2022’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Fransız yazar Annie Ernaux, İKSV’nin 42. İstanbul Film Festivali kapsamında Türkiye’ye geldi ve bulutlu bir nisan günü, Kadıköy Sineması’ndaki herkese edebiyatla iç içe, unutulmaz saatler yaşattı.
Yönetmenliğini ve montajını oğlu David Ernaux – Briot’nun yaptığı, alt yazılarını ise pandemi döneminde Annie Ernaux’nun hazırlayıp seslendirdiği Süper 8 Yılları isimli belgeselden oldukça etkilendiğimi itiraf etmeliyim. Yazarın, “Bütün hayatımın dökümünü yapacak, sert bir roman yazmak için yanıp tutuşuyordum,” dediği bu belgeselde Ernaux’un o zamanki eşi, çocukları ve annesiyle paylaştığı mütevazı evinde yaşadıkları, hissettikleri, edebiyat dünyasına -henüz kendisi bile farkında değilken- yavaş yavaş girmesi izleyiciye derin, duygusal bir üslupla aktarılmış. Yıllar önce eşi tarafından kaydedilen bu görüntüler için “Film, benim dışımda gibi bir şeydi. Hüzne kapılmadım. Melankoli hissettim. Akıp giden zamanı kurtarabilme hissiydi bu sanki,” diyen Ernaux da izlediklerime dair düşüncelerimi doğruluyor gibiydi.
Belgeselin ortaya çıkış hikâyesi ise şöyle olmuş: Yazarın o zamanki eşi Philippe Ernaux, bir Süper 8 kamerası satın almış ve görüntülerin hepsini kendi çekmiş. 1985 yılında, eşi Annie’den boşanıp evden ayrılırken kamerayı yanında götürmüş ancak (eski) karısının gençlik, evlatlarının çocukluk günlerinin tanığı olan bu görüntüleri ailesine bırakmış. Görüntüleri filme dönüştürme düşüncesi ise, gazeteci – belgeselci oğul David’in aklına yıllar sonra, pandemi döneminde gelmiş ve “Sen bunlar için bir şeyler yazar mısın?” diye annesine sormuş. Annie Ernaux da tüm görüntüleri tekrar izleyip o günlere dönük duygularını, ailesinin başından geçenleri -günlüklerinden birkaç sayfa ile bir seyahat kitabı hariç, hatırladıklarını esas alarak- yazıya dökmüş. Film David tarafından montajlanırken annesi sürece hiç müdahale etmemiş. Filmin o günkü gösterimini takip eden söyleşide, “Annemin belgeselde söylediklerinin arka planında ne vardı? Bizim için bu önemliydi aslında. Bunun anlaşılmasını istedik. Filmi montajlarken mahremimizi ortaya döküyormuşuz duygusuna da hiç kapılmadım, kayıtların üstünden kırk yıl geçmişti çünkü. Filmi izledikten sonra çok duygulandım. Doğum günlerimiz, Noel kutlamalarımız vardı görüntülerde ama vefat etmiş insanlar da oradaydı, büyümüş olanlar da,” diyen David Ernaux – Briot, çalışmanın klasik çerçevenin dışına nasıl taştığını böylece açıklamış da oluyordu.
“Benim için klasik sinema değildi bu, yazmaktı. Ailemin bir dönemini, aileme ait unsurları anlatan bu çalışmaya, elimden geldiğince tarafsız yaklaşmaya çabaladım fakat sadece ailemi anlatmak değildi istediğim. Evliliğimin yansımasını, sosyolojik ve tarihsel açıdan da anlatmak istedim çünkü 70’li yıllara damgasını vuran bazı olaylar da vardı görüntülerde. Kendime dönük bir anlatım olsun istemedim. Gerçeğin karmaşıklığını ele almaktı niyetim. Kitaplarımda da hep bunu anlatmak istiyorum zaten: Gerçeğin karmaşıklığını. Bunu kendi hafızama güvenerek yapıyorum, ispatı da Seneler isimli romanımdır. Bellek, her şeyin çıkış noktası çünkü. Ben aslında ne bu tür görüntüler çekmeye önem veririm ne de fotoğraf çekmeye. Yaşanılanların, içimde yarattığı duygulardır esas olan. Hafızam o yüzden önemli. Görüntüleri çektiği için eski eşime de teşekkür etmek isterim.” Filmden sonra, oğluyla çıktığı sahnede işte böyle diyordu Annie Ernaux…
Ülkesi Fransa’nın başkanı Emmanuel Macron tarafından “kadın özgürlüğünün ve unutulmuşun sesi” kabul edilen, seksen iki yaşındaki değerli yazar Annie Ernaux’un yıllar evvelki görüntülerini, anneliğini, kendi annesinin yanındaki evlat rolünü belgesel bir film üstünden izlemek ve sonra da aynı filme dair bir söyleşi dinlemek, ona sorular sorup romanını imzalatmak paha biçilmez bir anı oldu, en başta benim için. Hayatım boyunca ilk defa Nobel ödüllü bir yazarı yakından gördüm (Annie Ernaux da etten kemikten bir insanmış meğer!), kendisine romanını imzalattım ve iki cümlelik de olsa sohbetine nail oldum. Ernauxvari tabirle, “O gün yaşanılanların, bende yarattığı duyguya paha biçilemez…” Ve belleğim, umarım bu anıyı hiç silmez…
Süper 8 Yılları filminin fragmanı:
The Super 8 Years – Annie Ernaux – Official Trailer – YouTube
(Bu blog yazısı; çevrim içi aylık kültür, sanat ve edebiyat dergisi “Mikroscope”un 23. sayısında da yayımlanmıştır.)
1974, Ankara doğumluyum. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden 1997 yılında, İstanbul Üniversitesi İspanyol Dili ve Edebiyatı bölümünden ise 2018’de mezun oldum. Yüksek lisansımı Eğitim Yönetimi ve Denetimi alanında yaptım. İngiltere, İspanya ve Arjantin’deki çeşitli dil okullarında eğitim aldım. 2017 yılında Cambridge Üniversitesi’ne giderek İngiliz edebiyatının farklı dönemleriyle ilgili derslere katıldım. Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından düzenlenen editörlük, düzeltmenlik ve lektörlük programlarını tamamladım. 2001’den beri öğretim görevlisi olduğum Marmara Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulundaki görevimi sürdürmekteyim. Ayrıca, üç Javier Cercas romanına ve Mary Renault tarafından kaleme alınan “Büyük İskender Üçlemesi”ne emek vermiş bir çeviri editörüyüm. Kurucusu olduğum Kitap Kurtları Kulübü ile ilgilenmeyi ve gerek kendi edebiyatımızdan gerekse dünya edebiyatından isimlerle yaptığım röportajları, yazdığım denemeleri blogumda paylaşmayı seviyorum.
Kendimle ilgili, öz geçmişimde yer alan nesnel bilgiler bunlar. “Ben kimim?” sorusuna vereceğim öznel cevaplarım ne derece doğru olur, taşıdığım etiketlerin kaçını burada bir çırpıda sıralayabilirim, bilmiyorum. Dolayısıyla sadece şunu ekleyip konuyu kapatmayı yeğliyorum: Okumayı, yazmayı, araştırmayı, öğrenmeyi, sorgulamayı, seyahat etmeyi seviyorum ve bazı insanlara rağmen hâlâ “insan” kalmaya çabalıyorum.