Arama Sonucu:

“Tamam, hışşşş! Rahatla biraz, hadi. Apartmanın yöneticisi gene sen oldun işte,” dedi babasına Elif Hanım. Usulca verdi yaşlı adamın günlerdir beklediği haberi. Heyecanlanıp kalp ritmi bozulur ya da tansiyonu oynar diye müjde verir gibi değil de, bebeğinin uykuya dalması için ona ninni söyleyen anne edasıyla yaptı bunu. Hoş, sol eliyle saçını okşayıp sağ elini onun göğsü üzerine bıraktığı seksen sekizlik bu adamın annesi gibi değil miydi sanki artık? Bir kez daha şefkatle bakarken karşısında yatan buruşuk, solgun, tüm enerjisi hayat tarafından tek nefeste çekilmiş hissini veren yüze, “Ah, Murtaza Bey! Kapı gibi enine boyuna, süpürge sapı gibi dik, fırtına gibi esip gürleyen, aslan gibi kükreyen Murtaza Bey! Bu hâllere düşecek, duştan çıkarken ayağı kayıp da felç olacak adam mıydın sen?” diye düşündü. Çocukluğuna, gençliğine kayıp gitti aklı sonra. “Meğer ne kadar mutluymuşum eskiden,” derken derin bir iç geçirdi. Annesi henüz genç yaşta hayata veda etmeseydi, babası da çekip gitmesin, onu bir başına bırakmasın diye bu kadar uğraşır mıydı acaba? Bilemedi. Elli beş yaşını doldurmuştu Elif Hanım artık ama hâlâ kabullenemiyordu babasının da zamanı geldiğinde gideceğini. İşte ne yapıyorsa şimdi, babası hayata biraz daha tutunsun diyeydi.

Gark olduğu tüm bu düşüncelerden su yüzüne çıkması, kapının çalmasıyla oldu. Apartmanın görevlisi Recep’ti gelen.

“Hazır mı, Recep? Karar defterinin birebir aynısı oldu, değil mi?”

“Sen içini ferah tut, abla. Tam istediğin gibi oldu. Sağ olsun, çiçeği burnunda yöneticimiz Hakan Bey halletti her şeyi. Kıramadı valla seni.”

“Allah razı olsun ondan. Gel, gidelim babamın odasına. Sen ver defteri kendisine, Recep. Gözünü seveyim, oyunu iyi oyna ama. Hissetmesin bir şey, ne olur.”

“Hiç merak etme, güzel ablam. O iş bende.”

Belden aşağısı artık tutmayan ve bıkkın bir ifadeyle etrafına bakınmakta olan Murtaza Bey’in yüzü parladı kavruk adamı odasında görünce. “Oooo, gel bakalım! Bugün dört dakika geç kaldın ama, Recep. Olmasın bir daha. Günah benden gider sonra!” derken, duvardaki saati işaret ediyordu gözleri.

“Yok, beyim. Kızma. Alt kattaki Aynur Hanım’ın lafa tutması yüzünden biraz geciktim bugün. Olmaz bir daha.”

“Tamam, tamam. Uzatma. Bir dahaki sefere daha dikkat et. Görevinin iyi ve doğru yürütülmesinden amirine, Gül Apartmanı’nın bugüne bugün kırk dört yıllık yöneticisine karşı sorumlu olduğunu da asla unutma. Şu an yatalak olmam, işini savsaklamana sebep değil. O kafana iyice sok bunu.”

“O nasıl laf, beyim? Ne savsaklaması? Bak, geçen hafta sensiz yapılan apartman toplantısında alınan kararlara göz at diye defteri de getirdim sana.”

“Göz atmak mı? Tek tek, büyük bir dikkatle okuyacağım her satırını.”

“Tabii, beyim. Oku tabii. Bu arada, günlük işleri yaptığımı gösteren listeyi de imzaladım. Bırakıyorum şuraya.”

“Dur, bir de sözlü olarak üstünden geçelim bakalım: Sabah tüm katları dip köşe, asansör de dahil olmak üzere, sildin mi?”

“Dip köşe, evet, beyim. Senin istediğin gibi yaptım aynen. Bal dök, yala valla!”

“Zevzeklenme, Recep. Tamam. Temizlik sonrası, her katı havalandırdın mı peki?”

“Hem de tam kırk beş dakika boyunca, Murtaza Bey! Emrettiğin gibi, saat tutarak yaptım gene. Tamı tamına kırk beş dakika, ne bir dakika eksik ne de bir dakika fazla!”

“Aferin, oğlum. Vakit çok kıymetlidir. Babam muvakkitti benim. ‘Vakit, geçip geri gelmeyendir. Ölünce uyanır insan. Sen erken davran, ölmeden önce uyan.’ Böyle derdi hep rahmetli. Muvakkitin ne yaptığını anlatmıştım ben sana, değil mi?”

“Hem de defalarca, beyim!”

“Servis saati de şaşmıyor?”

“Cık! Asla, Murtaza Bey. Elif Hanım’a da sorabilirsin, bak. Sizin zile tam 12.08’de basıyorum, her zamanki gibi.”

Elif Hanım gözlerini yumarak onayladı Recep’i. Kim bilir kaçıncı kez dinlemekteydi bu diyaloğu. Zaten ne zaman onay vermesi gerekse, beyni otomatik olarak yapıyordu bunu sanki. Beyninin, gözlerine komut göndermesi onun müdahalesi dışında oluveriyor gibiydi.

“Çöp toplama işi de tam 20.00’de bitti, beyim. O görevin de üstesinden gelindi layıkıyla.”

Elif Hanım gene gülümsedi onları dinlerken. “Üçüncü bölük akşam içtimasında dört astsubay, üç yüz erbaş ve erle emir ve görüşlerinize hazırdır, komutanım!” diye haykırmak geldi içinden. Tuttu kendisini.

“Recep, hanımın evinizde kullanmıyor apartmanın deterjanlarını filan, değil mi? Kontrol edemiyorum diye son aylarda, bundan faydalanmıyorsunuz yani?”

“Hâşâ, Murtaza Bey. Deterjanların damlası eve girmiyor valla, Allah’ıma, kitabıma! Emine de çok hassastır bu konuda.”

“Günde tam elli kez dışarı çıkıp apartmanın etrafında da turluyorsun, hı? Yöneticisi rahatsız diye, sahipsiz sanmasın kimse binayı. İti var, uğursuzu var.”

“Tam elli kez hem de! Her turun sonunda defterime bir çizik de atıyorum, emrin üzerine. Öyle sayıyorum kaç tur olduğunu. Şaşırırım yoksa, alimallah! Rabbim şaşırtmasın!”

Yirmi yıldır her akşam yaptığı gibi, yöneticisine tekmilini vermiş ve sonra, gene her zamanki gibi, kaçarcasına çıkıp gitmişti o evden Recep. Sadece apartmandaki konu komşu değil tüm mahalle, kızının Murtaza Bey’e yıllarca nasıl katlandığını bir türlü çözememiş, bu durum içlerine dert olmuştu resmen. Aslında Elif Hanım da Murtaza Bey’e dair aklındaki sorulara yanıt bulmak için psikoloğunun kapısını hiç çalmasaydı, muhtemelen o da babasının durumunu anlayamayacaktı.

“Sabrınızı asla yitirmeyin, Elif Hanım. Muktedir sendromu, aşırı hırs ve saplantılara sebep olabilir. Hatta kişi, akla ve mantığa uymayan davranışlar da sergileyebilir bu yüzden. Gerçekleri göremez. Hakaret eder. Etrafındaki herkese, evet herkese hesap sorma yetkisini kendisinde görürken ona yönelen hesap sorma girişimlerini şiddetle reddeder. Suçlar. Ceza verir. Babanızı olduğu gibi kabul edin lütfen. Ruh sağlığınızdan olmamak için yapın bunu. Kuşkucu, ayrıntıcı, münzevi, hatta zaman zaman saldırgan davranışlarını bile görmezden gelmeye çalışın onun. Bırakın, kendisinin dışındaki tüm apartman yöneticilerini başarısız saysın. Bırakın, kendisini her konuda yetkin görsün. Bırakın, hatalarını asla kabul etmesin. Murtaza Bey, apartmanınızdaki o yöneticilik üzerine kurmuş tüm hayatını. Yöneticilik vasfı elinden alındığı ve icraatı sebebiyle artık alkışlanmadığı gün, her şey bitecektir onun için. Bir tür güç zehirlenmesi bu, Elif Hanım ve babanız değil tedaviye başlamayı, buna ihtiyacı olduğunu bile itiraf edemeyecektir kendisine. Son bir şey daha: Kırk dört yıldır ona ses çıkarmayan ve yönetici adayı olarak karşısına dikilmeyen komşularınızı da mazur görün, olur mu? Tüm bu anlattıklarım öyle nüfuz etmiş ki babanızın kişiliğine, kimse ona rakip olmaya cesaret edemiyor ve evet deyicilik işlerine geliyor. Tüm bunları apartmanı için, komşuları için, huzur için yaptığını söyleyen babanızı onlar dahi tanımış, lütfen siz de tanıyın artık.”

Babasını yeni yeni affedebilmişti Elif Hanım. Yıllar sonra bunu yapmayı becermiş ve kurtarmıştı ruhunu. Zordu, çok ama çok sorunluydu böyle bir adamla aynı çatı altında bunca zaman yaşamak. Acaba son nefesini verirken annesi de affedebilmiş miydi kocasını? Öz ailesi tarafından horlanmış, eşinin ailesi tarafından ezilmiş, idarecilerinden yıllarca köpek muamelesi görmüş bir adamın benliğine işlemiş aşağılık kompleksinin yansıması olduğunu kabullenmiş miydi bu iktidar hastalığının? Anlayabilmiş olabilir miydi bunu o toy kadın da?

Ertesi gün babası, her zamanki öğle uykusuna dalınca dışarıda kısa bir yürüyüş yapıp azıcık temiz hava almak için can attığı o zaman dilimi gelmişti Elif Hanım için. Aceleyle spor ayakkabılarını giydi kadın. Kulaklığını taktı ve bir önceki akşam sesli kitapta kaldığı yerden dinlemeye devam etmek için telefonun ekranına bastı. “Sevginin gücü, güce olan sevgiyi yendiği zaman dünya huzur bulacak.” Apartmanın kapısını açıp dışarı çıktığında bunu söylüyordu kulaklığındaki şefkatli kadın sesi. Gözleri apartman zillerine, içlerindeki en büyük, en kalın, en gösterişli harflerle yazılmış olan isme ilişti sonra: “MURTAZA YILMAZ – APARTMAN YÖNETİCİSİ”. Dudağını büküp mırıldandı kendi kendine. “Ah be, dünya… Huzur bulmak için daha çok beklersin sen!”

Uykuya dalalı henüz yirmi dakika kadar olmuştu ki, gördüğü rüyanın etkisiyle uyandı Murtaza Bey. Kan ter içinde kalmış, dili damağı kurumuştu. “Hayırlara vesile olsun,” dedi içinden. Düşüncelere dalmıştı yüzü. Doğruldu. Komodinin üstündeki sürahiden yarım bardak su döktü kendisine. Her yudumda biraz daha geri döndü dünyaya. Kızına seslendi. Belli ki, dışarı çıkmıştı Elif yoksa çoktan duyardı babasının hırıltılarını. “Hayırdır inşallah,” dedi, ama bu sefer sesli, dudak bükerek. O kadar gerçekti ki rüyası: Apartmandaki tüm komşularıyla beraber, bir yolcu uçağıyla tatile gidiyorlardı. Yanındaki koltukta Elif vardı. Neşeliydi herkes, üstündeki antrasit gri hostes üniformasıyla arada bir servis yapan Recep bile! Sonra uçağın yuvarlak penceresinden dışarı baktı Murtaza Bey. Güneş, en cömert hâliyle aydınlatıyordu gökyüzünü. Birden, uzun zamandır hissetmediği bir duygu sarıp sarmaladı ruhunu. Huzurlu, hem de az ötesindeki gökyüzü kadar, sınırsız derecede huzurluydu. Bulutların üstünde yol almayı da meğer ne çok özlemişti. Sahi, ne kadar olmuştu seyahat etmeyeli? Eşi Sema’yla yaptıkları o son tatil, o romantik Paris kaçamağı asırlar önce gibiydi. Sonra birden tuhaf bir duman kapladı manzarayı. Pencerenin dışında, göz gözü görmez oldu. Güneşin ışığı kesilip gündüz geceye döndü. Kızına neler olup bittiğini sormak istedi. Yoktu Elif! Arkasına baktı sonra. Önüne çevirdi başını. Uçakta kendisinden başka kimse ama kimse kalmamıştı! “Receeeep!!! Neredesin be, adam?” diye can havliyle haykırırken tam, gözlerini açtı.

Kızı gelene kadar kafasını dağıtmak, az önce gördüğü bu rüyanın, hayır, kâbusun etkisinden kurtulmak için yanı başındaki Diktatörler kitabını eline aldı. Gözlüğünü taktı. Beşinci ve son bölüm olan “Çağdaş Dönemler”e kadar olan kısmı iki gecede okumuştu. Çocukluğundan beri çok severdi biyografi okumayı, en çok da diktatörlerin hayatlarını. Nedenini bilmiyordu bunun ama neredeyse “diktatör uzmanı” gibi olmuştu artık. Öyle hissediyordu kendisini. Solon’dan Marius’a, Stalin’den Hitler’e kadar, konuya dair çok az kişiye nasip olabilecek bilgi birikimine sahip olduğuna inanıyordu Murtaza Bey, ta ki Portekizli diktatör Salazar hakkındaki sayfaları bu kitapta okuyup da o dakikaya dek öğrendiklerinde eksik noktalar olduğunu fark edene kadar! Kelimesi kelimesine şöyle diyordu kitap:

“1968’de görevden alınan Salazar, hasta yatağında iki yıl boyunca ülkeyi yönettiğine inandırıldı. Salazar’ın, hâlâ iktidarda olduğuna inanması için her gün sahte haberlerin olduğu bir gazete basıldı ve hatta bakanlar, kendisini ziyaret ederek sanki devlet başkanıymış gibi onu dinledi.”

Önce göğsünde, sonra boynunda anlam veremediği bir çarpıntı hissetti Murtaza Bey. Kaygı çöktü yüreğine. Hâlsizleşti. Ardından nefesi daraldı. Telefonunu eline aldı. Hiç düşünmeden Recep’i aradı.

“Buyurun, beyim.”

“Ne yapıyorsun şu an, Recep?”

“Bahçenin bakımıyla uğraşıyorum, Murtaza Bey. Ağaç diplerini belliyorum. İlkbahar geldi, malum… Toprak…”

“Ya kapı önlerinin kontrolü? Baktın mı katlardaki paspasların hepsine?”

“Bakmaz mıyım, beyim? Ne tek poşet çöp ne de ayakkabı… Mum gibi tüm apartman valla!”

“Boşboğazlığa başladın gene, Recep!”

“Affet, tamam. Otopark düzeni de yerli yerinde ayrıca. Asayiş berkemaldir orada da. Hiçbir araba, çizgilerinin dışına taşmış değil gene bugün. Hey maşal…”

Telefonu pat diye kapattı Murtaza Bey. Yok, böyle olmayacaktı. İçini kemiren, beynini yakan, yüreğini dağlayan bu şüpheden kurtulması için başka bir yol bulması gerekiyordu. Az önce doğrulup sırtını dayadığı yastığa tekrar koydu başını. Yarım saat kadar düşündü. Gözleri parladı sonra. Telefonunu tekrar eline aldı. Tez davranması, Elif eve dönmeden bu işi halletmesi gerekiyordu. Gizli numaradan arama nasıl yapılır, epey bir zaman önce öğrenmişti bunu Elif’ten. Apartmanın elektrikçisini, tesisatçısını, asansörcüsünü bazen peş peşe defalarca aradığı olur, Murtaza Bey’in dürtmelerinden bunalıp da kendisinin aramalarına cevap vermediklerinde şansını bir kez de böyle denerdi adam. Sonra komodinin çekmecesinden akide şekeri kutusunu çıkarıp açtı. Nane aromalı olanlardan bir tane aldı içinden. Dilinin altına yerleştirdi şekeri. Sesi farklı çıksın diye yıllar önce öğrendiği bir başka numaraydı bu. Daha önce hiç hissetmediği bir sersemlik hissetti o an.

“Kiminle görüşüyorum acaba?”

“Gül Apartmanı’nın görevlisi Recep ben. Buyurun?”

“Ben de hidrofor servisinden Mehmet.”

“Alamadım sesini, usta. Seni dinliyorum ama.”

“Yöneticinizle dün telefonda konuşmuştuk. Bugün bakım için gelecektim ancak işim çıktı. Gecikeceğim biraz. Kendisine ulaşamayınca seni aradım.”

“Allah Allah! Hiç haberim yok benim bundan. Söylemedi bana Hakan Bey.”

“Hakan Bey miydi yöneticiniz? Murtaza diye kalmış ismi benim aklımda.”

“Yok, Murtaza Bey eski yöneticimizdi. Artık…”

Elif Hanım eve girdiğinde çıt yoktu içeride. Babasını uyandırmamak için terliklerini bile giyinmedi. Kot ceketini holdeki ayaklı askılığa astı. Usulca banyoya gidip ellerini yıkadı. Hazırladığı bitki çayını yudumlarken abonesi olduğu edebiyat dergisindeki bir öyküyü soluksuz okudu ve neden sonra duvardaki saate takıldı gözleri. Murtaza Bey’in o öğlen her zamankinden daha çok uyuduğunu düşündü. Yaşlı adamın odasına girdiğinde fark ettiği en son şey, yerdeki cep telefonuydu.

4 Eylül 2023 Pazartesi

18 Yorum

  1. Halime Erkol

    Evet başta olmak hırsı mı yoksa işe olan bağımlılığı mı insanoğlunun?
    Okurken hayatta karşımıza çıkan insanları anımsattı.
    Kaleminize sağlık ⭐

  2. Yasemin Copuroglu

    Yaşanılan bir olay sanki Derin bir öykü çok etkilendim ve biraz da polisiye tadı verdi nedense. Bekliyorum heyecanla yenilerini

  3. şafak bulutoğlu

    Gerçekten acaba ne olacak diye bir çırpıda okuyup sonunun hiç beklemediğim bir şekilde bitmesi ne kadar incelikle yazılmış olduğunu gösterdi bana. Ellerine , fikirlerine sağlık canım

  4. Fatma Ayten Özgün

    Murtaza bey uzun yıllar bu yöneticilik yaptığı için, bunu kendisine görev bilmiş. Bir nevi sahiplenmiş. Artık vazgeçilmez bir alışkanlığa dönüşmüş öyle ki asker edasıyla kurallar, prensipler koymuş. Bu işi kendisinden başka kimsenin yapamayacağı düşüncesi ile kapıcıya komutlar veriyor. Hayatta hiç bir şeyi sahiplenmemek lazım. Nasıl ki her şeyin bir ilki varsa, sonunda olduğunu kabullenmek gerekir.
    Yüreğinize, duygularınıza mahir kaleminize sağlık harikaydı. Tebrik ederim. Selam ve sevgilerimle.

  5. Mürvet Acar Odabaşı

    Bir gerçeğin anlaşılmasını bu kadar etkileyici bir hikaye ile tastamam örtüşecek şekliyle anlatmak da farklı bir muktedirlik haleti olsa gerek☺️Beyin kıvrımlarından akan pırıltılar daim olsun çiçeğim
    Not:”muktedirlik” burada başarma, gerçekleştirme yetisi anlamında kullanılmıştır

  6. Perihan Erengüç

    Bazı insanlar maalesef muktedir olma hırsına kapılıp vaktinde görevlerini bırakmasını bilmiyorlar.Duygusal bir hikaye ve beklenmedik bir son.Etkileyici bir anlatım olmuş.Emeğine,kalemine sağlık

  7. Burak Tomak

    Lütfen siz sürekli yazın… Bir çırpıda soluksuz ve bütün beyin hücrelerim aktif şekilde okudum ❤️

  8. Mustafa Atalay

    Konu ve yorum için söylenebilecek hiçbir söz yok. Sadece harika diyeceğim. Emeğine, gönlüne, kalemine sağlık.

  9. Seval Baykal

    Konunun ilginç olduğu belliydi. Öncelikle alışıla gelmişin dışında bir konu olması hoş geldi ve bir an önce okumaya yöneltti beni…
    Güzeldi, bitmesin istedim, demek ki bayağı etkilemişsin beni…
    Kalemine sağlık Çiğdem’ciğim…

  10. NUMAN AYDINOĞLU

    Çok duygusal bir öykü olmuş. yüreğinize sağlık. Muktedir olmak ve muktedir kalmak bir başka deyişle koltuk hırsına esir olmak. Yaşamın en bıçak sırtı konusu. İki tarafa da düşebilirsin. Düşmez orada biraz fazla kalırsan kanama ve kanatma riskini hep taşırsın. Hayatın her kademesinde rastlarsın bu duyguya. Aklımdaki soru şu; Bu bir muktedir olma tutkusu mu yoksa unutulmama ve fark edilme arzusu mu? her insanın içinde biraz da olsa taktir edilme duygularının okşanması isteği yok mudur?

  11. Özge Seçmeler

    Muktedir! Hem bilgi hem duygu yogunlugu içeren bir hikaye. Teşekkürler

  12. Çiğdem Hocam.
    Soluksuz okudum ve hiç beklemiyordum bu sonu. Gerçekten güzel kurgulanmış düşünülmüş. Ayrıca yer yer geçen betimlemelerin inceliği ve yerindeliği muhteşemdi

  13. Emel Bilgin

    Çok sürükleyici ve yine tadı damakta bırakıp aaa bitti mi yaaa dedirten bir hikaye.Ve tabii ki beklenen romanın da biran önce bitip okunmaya hazır hale gelmesi için bir heyecan.Kalemine sağlık

  14. Nurcan Özkal

    Bir solukta okudum, öyle akıcı, öyle canlı ki… Tasvirler müthiş, gözümün önünde canlanıverdi adeta; Elif ve babası Murtaza bey, Antonio Salazar… Yaşadıklarımızı, sevdiklerimiz için yaptığımız fedakarlıkları düşündüm…
    Kalemine, emeğine sağlık Çiğdemim!

  15. Esin Arkan

    Konu çok ilginç geldi. Keyifle okudum. Kalemine sağlık.

  16. Füsun Sunter

    Ah keşke bazı insanlar hiçbir şeyin ömür boyu sürmeyeceğini,zamanında bazı şeylerin bırakılması gerektiğini bilseler,kendilerini vazgeçilmez sanmasalar..eline,yüreğine sağlık..Yazmaya devam, bizi yazılarından mahrum etme ..

  17. Şükran selçuk

    Harikasın yüreğine sağlık yine çok güzel olmuş.

  18. Meral Kurulay

    Bayıldım bu ilginç öyküye,kalemine sağlık sevgili dostum.

Bir yorum Yaz