Arama Sonucu:

Ben masumum.
Önce kalem istedi elimi,
Kâğıda uzandı parmaklarımın arasından.
İşte böyle başladı ilişkileri.
Ben çöpçatanları oldum kâğıtla kalemin,
oğul verdiler her birleşmede;
adına “şiir” dediler.

Dizeleriyle başlıyor şiir kitabım. Yazmayı böyle tanımlamış benim şair aklım. Öyle midir bilemem ama, yazmanın bir güzel tarafı var: İnsana dokunuyorsun, insanı yazıyorsun, insanı hissediyorsun, insanı tanıyorsun, hem de tarihten günümüze. Bugünün insanını yazarken kendisinin tarihle ilgisini de bulursunuz kelimeler arasında. Gördüğünüzü yazmak istersiniz ve ona bakarken görmediklerinizin de varlığını hissedersiniz.

Yaşama, yazmak amacıyla baktığınızda yazacak konu bulmak yerine, “Acaba hangisini yazsam?” demeye başlarsınız ve sonunda duygularınız sizi yönlendirir.

Güneşin doğup, kapanmış perdelerin arasından bizlere “Merhaba,” demesiyle başlayıp turunu tamamladıktan sonra yeniden gelmek üzere bizi gecenin karanlığına teslim edene kadar, yakaladığımız veya yakalandığımız rutin yaşam telaşını sürdürürüz. İstemeden ayrılırız sevdiklerimizden ve katılırız hayata. Güneşi gören sokak lambaları kapatmıştır kendini artık. Bir tarafta sokak lambaları, bir tarafta güneş… Güneşin kaybolmasıyla göreve başlayan sokak lambaları, sabah güneşinin ayırdıklarını bir araya getirme gayretiyle, gece boyunca ışık tutar önümüzdeki karanlığa.

Bölümlere ayırmışızdır muhtemelen yaşamımızı: Uyuruz, çalışırız, eğleniriz, öğreniriz, öğretiriz… Bütün bunları yaparken de gördüklerimiz üzerinden yola çıkarız hep. Mükemmel hazırlanmış bir sofrada konuk gibi oturup bize ikram edilmek üzere hazırlanmış menüye razı oluruz. Kimi zaman müthiş bir tat alırız, kimi zaman da aç kalkarız o zengin sofradan, kimi zaman ise çok zengin gelir bize bir kâse çorbası olan sofra.

Mesele, tüm bunların arkasında yatan görünmeyeni görmektir.

Mutfağı tanımaktan geçer hayatın lezzeti. İnsandır sonuçta o görünmeyen kahraman ama göremeyen de insandır. Göremeyen sadece aldığı lezzet ile yetinirken, görmeye çalışan meraklılar zaten var olanı görünce sanki çok önemli bir keşif yapmış gibi hisseder kendini. Gördüğü sadece insan değil yaşamın bir başka fotoğrafıdır çünkü, belki de o güne kadar kadraja yansımamış.

Sinema salonundan ayrılırken filmin, etkisi altında kaldığımız müziğini mırıldanmaya başlarız. Filmin bizde bıraktığı etkinin en güzel nişanesidir o müzik ve güfteler. Tiyatro veya müzikallerde, bu defa alkışlarımıza başvururuz ayağa kalkarak. Sahnedeki oyun bittikten sonra, bizleri selamlayan sanatçılara, bir alkış tufanıyla cevap veririz. Ellerimiz kızarırcasına ayakta alkışladığımız bütün oyuncuları, çalan müzikleri ve güfteleri yıllarca, hiç ağırlık hissetmeden, taşırız belleklerimizde. Bu yazıyı okurken de aklınızdan onlarca sinema ve/veya tiyatro oyuncularını saymaya, hatta anılarınıza kaydettiğiniz o filmlerin müziklerini bile mırıldanmaya başladınız belki. Peki kaçının müziklerini yapanını, güftelerini yazanını hatırlıyorsunuz? Hatta biraz daha ileri gidelim: Şimdi size “Senede Bir Gün, Seven Ne Yapmaz, Aşktan da Üstün, Son Hıçkırık,” desem belki onları da içinizden mırıldanırsınız.

“Ya bu filmlerin senaryoları yazılmasaydı? Ya bu müzikler yapılmasaydı? Ya güfteler…?” diye soruları sıralasam….

“Sadık Şendil kimdir?” desem mesela?

Tüm kitaplarımda olduğu gibi, böylesi onlarca soruyla başladı son kitabımla ilgili maceram da. Perde kapandığında görünen kahramanlar, izleyenler tarafından alkışlanırken kahramanlar da alkış tutar. Muhtemelen o alkışlar, sizlere görünmeyen kahramanlar içindir. Rejisinden set çalışanına, yapımcısından senaryo yazarına….

Sadık Şendil veya kendisinin de onur duyduğu hitabıyla “Sadık Abi”…

Yaşamı boyunca çektiği maddi ve manevi her türlü sıkıntı ve acıya rağmen yazdığı senaryoların filme çekilmesi için hiç kapı çalmamış, hatta senaryosunu kullanıp telif haklarını ödemeyenler için yeğeni Celit’in “Neden alacağını istemiyorsun?” sorusuna, “Bu camiada ‘Sadık Abi’ diye isim yapmak kolay değil. Para yüzünden bu isme leke süremem,” diyecek kadar da onurlu bir şahsiyet…

Ve bugün, televizyon ekranlarından bize hâlâ mesaj veren o filmlerden öne çıkanlar: Mavi Boncuk, Süt Kardeşler, Neşeli Günler, Bizim Aile, Hababam Sınıfı serisi, Sürtük, Dikkat Kan Aranıyor, Salak Milyoner, Ne Olacak Şimdi, Oh Olsun, Sev Kardeşim

Peki ya dilimize pelesenk olmuş, bazı replikleri ile çok iyi bildiğimiz Yedi Kocalı Hürmüz, Kanlı Nigâr, Kart Horoz

Ve o görünmeyen kahramanın aramızdan ayrılışından otuz yedi yıl sonra, kendisini yazmanın onurunu yaşadım. Böylece sadece Sadık Abi’yi değil dönemin Yeşilçam’ını, sahnelerde ve beyaz perdede görüp hayranlıkla izlediğimiz insanların yaşamlarından kesitleri, Sadık Şendil’i her programında dilinden düşürmeyen ve her yazısında mutlaka bir satır dahi olsa kendisinden bahseden Sayın Müjdat Gezen ve Kandemir Konduk’un anılarını, biz onların esprilerine gülerken, replikleriyle gözlerimiz dolarken onların, nelere gülüp nelere ağladıklarını kendilerinden dinleyip yazmaya çalıştım, son kitabım Hayatın Güldüren Yüzü, Sadık Şendil’de.

Tıpkı tüm kitaplarımda yaptığım gibi, dönemin tanıkları anlattı, ben de yazdım.

3 Yorum

  1. meral kurulay

    Ben size teşekkür ederim Numan Bey, evet benim de dikkatimi çekmiştir, Sadık Bey’in senaryolarında kadının ön planda olması. O yıllar aşklarında en güzel, en yoğun, en gerçek olduğu yıllar. “Gönlümde açmadan solan bir gülsün, her zaman gamlıyım, her zaman üzgün, beklerim yolunu aylar boyunca, yeter ki gel bana sene de bir gün.”
    Nur içinde yatsınlar karı koca. Saygılar efendim.

  2. Meral Hanım, yorumunuz ve hakkımdaki nazik düşünceleriniz için çok teşekkür ederim. Dediğiniz gibi Lahut Hanım ile Sadık Şendil aşkı dillere destan bir aşk. O aşka ait her isi senaryolarda bulmak mümkün. Her senaryoda kadının ön planda olması sizce neden? Bursa’daki evlilikten sonra Cem’in eğitimi içn İstanbul’a gelirler. Şişli Bomonti’de bir evde oturmaya başlarlar. Ancak kader pek de onların planladığı gibi bir gelecek yazmamıştır kendilerine. Lahut hanım maalesef hayata vede eder. Aradan zaman geçer. Müjdat gezen Ustasını ziyarete gider. Tam karşı dairede Lahut Hanımın kız kardeşi yani Cem’İn teyzesi yaşamaktadır. Bir ara Sadık Şendil dalar, sigarasından derin bir nefes alıp karşıdaki perdeye bakar. Sigarasının dumanları arasında Müjdat’a döner; biliyor musun Müjdat, aradan bunca zaman geçti hala sanki şu karşıdaki perde açılacak ve Lahur oradan bana el sallayacakmış gibi geliyor. ne olur senede bir gün bunu yaşasam” diyor. dahası kitapta
    Yİne bir gün Bir gazeteci Müjdat gezen ile söyleşi yaparken sorar; Sadık Şendil Amerika’da Hollywood’da yaşasaydı ne olurdu? Müjdat gezen’in cevabı çok kısadır. “Şu anda sen benle röportaj yapmak için en az altı ay sıra bekliyor olurdun. ben de Sadık Abi de LA’de şatolarda yaşardı.

  3. meral kurulay

    Sevgili dostum, sayende yine harika bir insan tanımış olduk. Sadık Şendil ve diğer kitaplarını ilk fırsatta edineceğim. Sadık Şendil, adını sık sık duyduğumuz, Türk Sinemasına katkısı çok büyük. unutulmayacak filmlerde imzası olan bir insan. Nurlarda yatsın. Bildiğim kadarıyla 200 civarında film senaryosu var. Kemal Sunal filmleri şimdi bile seyrediliyor. Yönetmen bir arkadaşım onun için ‘Çok beyefendi biriydi,’ demişti. Ölen eşine yazdığı ‘Senede bir gün ‘şarkısı nasıl unutulur. Tek şanssızlığı Türkiye’de yaşamak, Avrupa’da olsa hak ettiği değeri kendisine daha fazla verirlerdi.
    Teşekkürler sevgili Çiğdem, iyi ki varsın.

Bir yorum Yaz