bütün iyi kitapların sonunda
bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda
meltemi senden esen
soluğu sende olan
yeni bir başlangıç vardır
parmağını sürsen elmaya, rengini anlarsın
gözünle görsen elmayı, sesini duyarsın
onu işitsen, yuvarlağı sende kalır
her başlangıçta yeni bir anlam vardır
nedensiz bir çocuk ağlaması bile
çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır
Edip Cansever
Bugün tamı tamına elli yaşımdayım! “Nasıl geçti habersiz, o güzelim yıllarım!” diye şarkıya başlayıp yazmak istediklerimi rakı masası sohbetine indirgemek filan değil niyetim. Üstelik (ve de ne tuhaf), öngördüğüm kıvamda berbat da hissetmiyorum kendimi bugün. Aynaya baktığımda özellikle dikkatimi çekenler; gözlerimin çevresindeki kırışıklıklar (Alnımdakileri ve iki kaşımın arasındakini saymıyorum, onlar yirmilerimdeyken de benimleydi çünkü!), bir de Telli Baba’dan aşırılıp da saçımın önüne tutturulmuş hissi veren beyazlarım sadece, o kadar. Hayır, o tellerden rahatsız değilim. Rahatsız olmadığım için de saçımı boyatmak gibi bir niyetim yok, en azından şimdilik. Zamanında yeterince boyatmış, kendimin sarışın replikasıyla uzun bir süre aşk yaşamıştım. Sonra bir gün, fıtratımdan yüz seksen derece farklı bir renk ile ilelebet mutlu olamayacağımı anladığımda aniden bitti o aşk ve kuaförüm tek celsede boşadı bizi, iyi de etti.
Yaşıtlarımdan diyetisyen kapılarını aşındıran da var, yıllarını spor salonlarına verenler de. Ben ikisini de yapmıyorum. Beslenme konusunda kendime sınırlar çizmekten de, kapalı bir mekânda vücudumu bitap düşürme fikrinden de hoşlanmıyorum. Sadece yürümeyi, açık havada uzun yürüyüşler yapmayı çok seviyorum. Doğanın koynunda nefes alıp vermek yeniliyor sanki beni. Bedenimle ilgili, kafama taktığım tek şey Güneş’in cildimde bıraktığı lekeler. Bu lekelere karşı yıllar önce açtığım savaşta ne ölçüde başarılı oldum, o da tartışılır. Teslim olmama ramak kaldı, sonunda vardığım nokta bu!
Kilo konusuna gelirsek… Biraz kilo aldığımda yeme içmeyle arama iki üç gün mesafe koyuyor ve kendime geliyorum. Eskiye göre daha zorlaştı bu süreç tabii. Bir zamanlar çok daha hızlı ve kolay kilo verebiliyordum. Yine de kontrolü elimde tuttuğumu söyleyebilirim. Anne tarafımdan miras kalan genlerin faizini yiyorum nicedir. Gen faktörü önemli.
Yirmilerimizdeyken ellili yaşlar nasıl da uzak görünürdü gözümüze, ah! Ellili yaşlarını sürdüren biri için “Gözü toprağa bakıyor,” diye düşünmek kadar normal bir şey olamazdı biz gençler için. Ne kadar terbiyesiz, nasıl da hadsizmişiz! Kırklardan sonra da yaşlı hissedilmiyormuş meğer, yorgunluk yaşlılıkla karıştırılıyormuş sadece. Heybeler dolusu deneyimi, her geçen yıl daha da ağırlaşan anıların yükünü taşımak biraz yoruyormuş insanı. Gençlikteki dinç görünümün sebebinin, heybelerin henüz yeterince ağırlaşmamış olmasından kaynaklandığını söyleyebilir miyiz acaba? Belki.
Henüz yaşanmayanların ürünü olan tabula rasa çehre… Yaşanmamışlıkların, gözlerdeki boş tuvali… Yaşadıkça daha anlamlı bakmaya başlayan göz bebekleri… Gülümserken daha farklı kıvrılan dudaklar… “Yaşlanma karşıtı” bütün dokunuşları, havanda su dövmeye benzetmem de bundan işte: Bilim ve teknoloji ne kadar çabalarsa çabalasın gözlerdeki o ifadeye, dudaklardaki o tebessüme müdahale edemiyor; plastik cerrahlar ve güzellik uzmanları tam da bu noktada çuvallıyor; estetik ameliyatların, botoksların, dolguların, kolajen haplarının hepsi fos çıkıyor.
Doğa, kendisine kafa tutulmasını sevmez ve eninde sonunda gösterir kudretini. “Ormanları yok etmeyin. Dere yataklarına ev yapmayın. Sahilleri doldurmayın. Doğayla inatlaşmayın,” diye her fırsatta haykıran eğitimli, bilinçli insanların, konu “yaşlanmak” olduğunda doğayla sidik yarışına girmekte hiçbir sakınca görmemesini ve dahası, bu yarışın kazananı olacağını sanmasını çekirdek çitleyerek izliyoruz kaç zamandır, harcanan onca paraya, zamana ve emeğe burun kıvırarak tabii. Yüzlerinde işlem görmemiş yer kalmayan hanımlarımızın, sosyetik semt pazarlarında “organik” gıda arayışlarını da eskisi gibi şaşkınlıkla izlemiyoruz artık. Ona da alıştık. İnsanoğlu, hiçbir çağda doğal yaşama bu kadar kıymet verip bu kadar yapay yaşamadı. Söylemlerimiz ile yaptıklarımız, tarihin hiçbir döneminde bu kadar çelişkili olmadı.
Her sene olduğu gibi, mart havasına bu sene de pek güvenilmiyor. Bir bakıyoruz, ilkbahar ile yaz arasında sıkışıp kalmış, pırıl pırıl bir gün… Ertesi sabah ise ortalık gri, kasvetli, kıştan kalma… Rengini belli etmez, poker suratlı mart ayında doğup da onu sevmeyi beceremeyen kaç kişiyizdir acaba?
Kadim takvimlere dikkat edin, hep mart ayıyla başlar oysa. Batı mitolojisinin burçlar sistemi olan Zodyak’ta da aynı sebepten ilk burç, mart ayına denk gelir. “Yeni yıl şenlikleri” diye tanımlayabileceğimiz Nevruz, hep bu ay kutlanır. Antik dönem için mart, savaşmak için havaların uygun hâle geldiği aydır çünkü. Mart’ın, Batı dillerindeki adı da “Martius” kelimesinden gelir zaten. Romalıların savaş tanrısı “Martius” veya daha çok bilinen ismiyle “Mars”…

Doğa kendini mart ayında yenilerken biz mart doğumluların bu ay bir yıl daha yaşlanması da ayrı bir konu. Bu çelişki, gezegende yarım asrı tamamladığım gün aklıma geldi. Yaşlı değilim ama, artık genç de sayılmam. Yaşlı olamayacak kadar genç, genç kabul edilemeyecek kadar yaş almış bir ben…
Google’a “sağlıklı yaşlanmak” diye yazdığımda karşıma çıkan listelerin çoğunu bu hafta okudum. Altmış yaşımdan önce (Birleşmiş Milletler’e ve birçok bilim insanına göre yaşlılık, altmış yaşında başlıyor çünkü! Bu da ayrıca tartışılır tabii.) yapmam gerekenlere baktığımda su tüketimi konusunda eksiğim olduğunu görüyorum. Gelecekte buna biraz dikkat etsem iyi olacak.
Sadece daha çok su içeceğime dair değil, başka konularda da yeni kararlar alıyorum 12 Mart 2024’te: Daha kaç yıl yaşarsam yaşayayım, hakkaniyet kavramına sahip olmayanlardan uzak durmaya gayret edeceğim. Elli yılın yaşanmışlığıyla çok iyi biliyorum ki, hakkaniyeti olmayan insanlar “kendi çıkarları doğrultusunda” elmalarla armutları rahatlıkla birbirine karıştırabildiği gibi, sağduyulu düşünme yeteneğinden de yoksun olabiliyor. Şık gerekçelerle sarıp sarmaladıkları kötülüklerinin ve çevrelerine verdikleri zararların temelinde hep, bu adaletsizlikleri yatıyor aslında. Kendilerinden nefret ettiğimi söyleyemem. Nefret çok güçlü bir duygu. Sevginin karşıtı nefret değil ayrıca, ilgisizlik. Benden uzak dursunlar ve nasıl istiyorlarsa öyle yaşasınlar.
Geçmişte tahammül edebildiğim çoğu insana tahammül edemiyorum artık. Yıllar önce görmezden gelebildiğim densizlikleri, saygısızlıkları, hadsizlikleri yok sayamıyorum. Sırf birilerine ayıp olacak diye yaptıklarımın aksine, canımın istemediği hiçbir şeyi yapmıyorum nicedir. Yılların bana kattıkları arasında böyle özelliklerim de var işte. O yılların varlığına şükrediyorum.
Elli yılda çok şey gördüm, çok şey öğrendim ancak “hayatın sırrına vâkıf” biri filan değilim henüz, olabileceğimi de pek sanmıyorum. Edindiğim onca birikimle vardığım kanı şu: Hayatı bir taraftan çok ciddiye almak, alınan her nefesin hakkını vermek ve bu dünyadan gelip geçmiş olmanın ufacık da olsa farkını yaratmak gerekiyor. Öte taraftan da, aynı hayatın bir o kadar anlamsız olduğunu ve doğadaki her canlı gibi doğup, büyüyüp, günü geldiğinde de çekip gideceğimizi unutmamak icap ediyor. Kişinin, kendisini çok fazla önemsemesi bana bu yüzden komik geliyor. Kimsenin bu dünyadaki yeri doldurulmaz değil, kimsenin arkasından ağıtlar yakıp “Ben artık dönmeyeceğim!” diye haykırmıyor Dünya. Biz kendi kıymetimizi bilelim yeter ki, kıymetimizin bilindiği ortamlarda nefes alıp vermeye gayret gösterelim. Değerimizin bilinmemesi değersiz olmamızdan değil, doğru ortamda bulunmamamızdan kaynaklanıyor.
Hepimizin bir günü, yirmi dört saatten oluşuyor ve bu yirmi dört saat içinde neye ağırlık verirsek o oluyoruz aslında. Spora ağırlık verenlerin olağanüstü vücutları oluyor, mutfağa ağırlık verenlerin tonton göbekleri. Okumaya, her gün yeni şeyler öğrenmeye vaktini ayıranların entelektüel birikimi daha derin oluyor; şöhret peşinde koşanların da -iyi veya kötü- şöhretleri. Kafamızı neye takarsak eninde sonunda o olduğumuz hayatlarımızda, tercihlerimizi yaparken “keyif” faktörünü ön plana alacak kadar şanslı olmamızı diliyorum. Yeni yaşımda bunu, yüreği pırıl pırıl olan herkes için yürekten diliyorum. O insanlar hâlâ var, biliyorum.
Ve ellinci yaşımı kutlarken bana bütün bunları yazdıran kalemimi kendime hediye ediyorum…
1974, Ankara doğumluyum. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden 1997 yılında, İstanbul Üniversitesi İspanyol Dili ve Edebiyatı bölümünden ise 2018’de mezun oldum. Yüksek lisansımı Eğitim Yönetimi ve Denetimi alanında yaptım. İngiltere, İspanya ve Arjantin’deki çeşitli dil okullarında eğitim aldım. 2017 yılında Cambridge Üniversitesi’ne giderek İngiliz edebiyatının farklı dönemleriyle ilgili derslere katıldım. Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından düzenlenen editörlük, düzeltmenlik ve lektörlük programlarını tamamladım. 2001’den beri öğretim görevlisi olduğum Marmara Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulundaki görevimi sürdürmekteyim. Ayrıca, üç Javier Cercas romanına ve Mary Renault tarafından kaleme alınan “Büyük İskender Üçlemesi”ne emek vermiş bir çeviri editörüyüm. Kurucusu olduğum Kitap Kurtları Kulübü ile ilgilenmeyi ve gerek kendi edebiyatımızdan gerekse dünya edebiyatından isimlerle yaptığım röportajları, yazdığım denemeleri blogumda paylaşmayı seviyorum.
Kendimle ilgili, öz geçmişimde yer alan nesnel bilgiler bunlar. “Ben kimim?” sorusuna vereceğim öznel cevaplarım ne derece doğru olur, taşıdığım etiketlerin kaçını burada bir çırpıda sıralayabilirim, bilmiyorum. Dolayısıyla sadece şunu ekleyip konuyu kapatmayı yeğliyorum: Okumayı, yazmayı, araştırmayı, öğrenmeyi, sorgulamayı, seyahat etmeyi seviyorum ve bazı insanlara rağmen hâlâ “insan” kalmaya çabalıyorum.
27 Yorum
Çiğdem, hani demiştin ya; 40’ına bastığın zaman, kalp gözün açılmıştı diye ( hastalığının da etkisi olmuştu tabi o zamanlar). Bu içten metnin, bana o sözünü tekrar hatırlattı. Kalp gözü açılmış ve aradan geçen 10 yıla daha nice eşikler, farkındalıklar, hayaller, birikimler sığdırılmış.
Şu fani dünyada istediğin, hayalini kurduğun herşeye ama herşeye ulaşma gayretinin ve o gayretin içindeki heyecanın hiç ama hiç bitmemesi dileğiyle…
Çiğdem’ciğim, doğum günün kutlu olsun. Sağlıkla ve keyifle yazacağın nice yılların olsun. Yazın her zaman olduğu gibi “enfes”: Hani lezzetli yemek yapan birinin yemeklerini tekrar yemek istersin ya, kaleminden çıkan yazıları da insan hep okumak istiyor. Yaş aldıkça ruhumuz bedenimize ayak uyduramasa da 50, 60 ya da 70 sadece bir rakam; bizim ne hissettiğimiz, yaşadıkça tecrübe ettiklerimiz, kendimize nasıl davrandığımız önemli. Bir yerden sonra da zaman sanki daha hızlı geçiyor gibi. Ne zaman olduğum yaşa geldim diyorum kendime. Takvim yaşımla hissettiğim yaş epey farklı çünkü. 90larımda yanımda havuçlu elmalı kekim ve yaseminli baharatlı beyaz çayımla elimde senin kitabını okuyarak ve sonrasında, aramıza mesafe girse de, bir “plaza/ piazza/ square de la Cote d’Azur” da buluşmayı hayal ediyorum. O zamana kadar da kitaplarını okumuş olmayı… 🙂
Çiğdem Hanım siz bir asır boyu bu dünyada oldugunuz için bu gezegenin ne kadar şanslı oldugunu düşünüyorum çünkü varlığınız ile bu gezegende yasayan bizlere ışık tutuyor ve yolumuzu aydınlatıyorsunuz. Sizi tanıdıgım ilk günde bile “Allah’ım nasıl donanımlı bir kadın” demiştim ki o gunun üzerinden ne yıllar geçti Çiğdem Hanım kendine neler neler kattı. Hakikaten bu 50 yılınızı ne kadar dolu ve verimli geçirebildiyseniz o kadar dolu ve verimli geçirdiğinize dair en ufak bir şüphem yok. İyi ki doğmussunuz ve iyi ki yollarımız kesişmiş ki biz “entellektüelizmin zirvesi” ne demek oluyor ne anlama geliyor ve o heybe nasıl doluyor anlamıs olduk. Sizi çok seviyor ve gelecek yazılarınızı heyecanla bekliyorum ❤️
Sevgili Çiğdem,
Yeni yaşın kutlu olsun. İnan 50’li hatta 60’lı yaşlar insanın en verimli olduğu yaşlar. Sen zaten bu yaşa gelinceye kadar da dolu dolu yaşadın ve en önemlisi bu yaşadıklarını harika yazılarınla herkese aktarıyorsun. İnanıyorum ki gelecek yıllarda çok daha güzel ve yararlı yazılarınla bizlere ışık tutmaya devam edeceksin.
Sağlıklı, mutlu ve dolu dolu nice yıllar diliyorum.
Sevgili Kübramız, 50 sayısı sadece bir rakam.
Ben 50. yaşım da “yarım asır ne çabuk geçti” diye düşünüyordum.
Ama işte o yaşta ancak güzel bir şeyin farkına varabildim. Meğer 50 yaşın da olabilmek muhteşem bir şeymiş. O sadece bir rakammış.
Tüm bildiğim ezberlerimi o yaştan sonra değiştirdim.
Önüme o yıla kadar birikimlerimi koyduğum da, yeteneklerimin bilincine sahip oldum. Daha neler yapabileceğimi işte o rakamın farkına varınca anladım.
Yani demem o ki, tanrının sana bahşettiği ruhunda ki varolan mücevherleri daha fazlasıyla sergileyebilme yaşındasın.
Boş ver yaşı, ruhlar yaşlanmaz.
Hissettiğin yaştasın.
İyi ki varsın.
Ayrıca annene babana müteşekkiriz.
Bizleri senin gibi zarif, iyi ahlaklı bir kızkardeş sahibi yaptıkları için.
Canım, iç güzelliğin,başarıların, güler yüzün, temiz kalbin daim olsun.
Seni çok seviyoruz.
DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN
Her zamanki gibi, bir solukta ve sanki sen konuşuyormuşsun gibi hızlıca okunan bir yazı. Mart ayıyla ilgili yazdıklarını pek beğendim. İkimiz de Mart doğumluyuz. Yaş günüm seninkinden üç gün önce; tabii arada yirmidört yıl gibi ufacık bir fark da var. Biz Mart kedileri doğduğumuz ay gibiyiz galiba. Bir gün bahar, bir gün kış. Ama çoğunlukla baharın neşesini taşırız.
Düşünüyorum da, ellinci yaşımı pek farklı kutlamamıştım. Sadece 60. yaş günümde birkaç arkadaşımı lokanta/meyhane karışımı bir yerde ağırlamıştım. Güzeldi o akşam. Yetmiş ise covidin gölgesinde geçti, hiç hoş değildi. Neyse, hevesimi gelecek yıla saklıyorum; 75 önemli bir sayı!
Yaşlanmaya gelince, BM ile aynı görüşte değilim. Daha birkaç yıl önce Türk Tabibler Birliği orta yaşın 79da bittiğini açıklamıştı. Daha vaktimiz var yani. Baksana, Sir Tom Jones 80i geçti, hala o gür sesiyle şarkı söylüyor. Ben senin 60. yaşını görmeyi bekliyorum. Kimbilir, belki birer kadeh rakı ya da şarap içip kutlarız.
Canım Çiğdem’im, dinlediğim melodiye yazılmış bir güfte gibi aktı cümlelerin…. Bir yerde okumuştum 50 yaş için; “elinde 50 yıllık yaşam kılavuzunun olduğu yaş” yazılmıştı. Sende buna harika bir örneksin.
Sadece öğrenen değil, öğrenmenin en akademik metodunu tüm gayretiyle yerine koyan, çevresiyle paylaşan, paylaştıkça ışıldayan ve aydınlatan güzel dost…. ikinci 50 yaş rehberin sana uğurlar getirsin.
Sağılacakla
Canım Çiğdemim,
Annem kırk yaşıma girdiğimde bana şöyle demişti, “Kırkından sonra hayat öyle çabuk geçiyor ki farkında olamıyorsun, bir bakmışsın elli, bir bakmışsın altmış, her gününün kıymetini bil kızım, dolu dolu yaşa!” Ben de dolu dolu yaşadım, eh şimdi altmış beş yaşlarındayım. Ne istediğimi iyi biliyorum, istemediklerimi hayatımdan uzaklaştırdım, daha fazla gezmeye, daha fazla okumaya, daha fazla yazmaya, daha fazla öğrenmeye çalışıyorum. Kendimle barışığım, yüzümdeki kırışıklarla, sevgili göbeğimle çok iyi arkadaşım. Arkadaşlığın kumsalında geziyorum, yeryüzü dalgınıyım.
Seni iyi ki tanımışım, yüreği güzel, beyni güzel, kendi güzel arkadaşım. Seni yetiştiren anne ve babana saygılar sunuyorum. Seni çok seviyorum. Doğum günün kutlu, kalemin de hep yazar olsun, her şey gönlünce olsun.
Unutmayınız ki, bugün geri kalan hayatınızın ilk günü. Bir başka deyişle; beyninize ektiğiniz bilgi, yüreğinize ektiğiniz sevgi tohumlarının tomurcuk vermeye başlayacağı, çiçeğe dönmüş olanların meyvelerinin lezzetiyle yaşayacağınız günlerin yeni bir başlangıcı. Nazım’ın da dediği gibi; ” en güzel günler henüz yaşamadıklarımızdır”
2003 yılının haziran ayına girmek üzereydik. Birden şimşekler çaktı beynimde. Üniversite öğrencisi olan yeğenimi aradım ve sordum; “Ergin, önümüzdeki on gün ne yapıyorsun?” Benim muzurluğumu ve şaştım akıllı bir dayı olduğumu tecrübe etmiş biri olarak sorumun ne anlama geldiğini anladı, tabii akıllı çocuk hemen bir başka soruyla cevapladı; “Nereye gidiyoruz dayı?” ve böyle başladı hikaye. Her bir günü ayrı bir öykü olan yolculuktan sonra tam da programa uygun şekilde 8 Haziran 2023 günü sabah saat 9:00 sularında Mardin’e vardık. Birden fazla amaca yönelik yolculuğumuzun ikinci önemli adımını daha gerçekleştirmek üzereydik ama elimizde “sinemacı Şükrülerin evi” cümlesinden başka bilgimiz yoktu. belki şansımız belki de Anadolu’nun o güzel insanlarının temiz yüreği yardım etti ve biz 8 Haziran 2023 günü Mardin’de Şar mahallesinde, bugün büyük bir hayranlık ve zevkle izlediğimiz o evlerden birindeydik. Tam elli yıl sonra aynı gün aynı saatte doğduğum evde idim. Annem elli yıl (bugünden sayınca 71 yıl) önce bu evde taşıma su ile beni dünyaya getirmişti. Yarım asırlık ömrü geride bırakıp doğum günümü kutladım. O gün doğum günü yemeğimde tanıştığım insanlar arasında olan bir kişinin anlattıkları beni çok etkiledi ve kaç zamandır aklımda kurguladığım olayların eksik taşları yerli yerine oturdu. O gece sabaha kadar yatmadan yazmaya başladım. ŞAM’da BİR MARDİNLİ ilk kitabım böyle doğdu. O arkadaş da kitabımın Hayri karakteri olarak yaşananların kilit taşı oldu.
Sözün özü ellide başladığım yazarlık maceram şimdi Şam’da Bir Mardinli, Sayılmayanlar, Nail’i Bırakamam, Rencide Gölgeler Sokağı, Bir Bahar Günü Sofya’da(Nazım Hikmet’in Bulgaristan ziyaretleri) , Hayatın Güldüren Yüzü Sadık Şendil ve İdil II(şiir) ile okumak isteyenlerle buluştu. Öykü denemelerim ise web sayfamda meraklısının tıklamasını bekliyor. Yani hayatımın hiç planlamadığım ikici dönemine başladığım yaştasın. Kutlu olsun. Sevgiler
Canım Çiğdemim,iyi ki doğmuşsun,iyi ki hayatımdasın.Hayat sana hep güzellikler getirsin,saçındaki beyaz tellere yenileri eklenmesin.Hayattan hep keyif al.Her zamanki gibi yine muhteşem ifadelerle içindekileri kağıda dökmüşsün.Bu yetenek sana verilen bir armağan.Peki sen bu özel 50.yaşında artık yazdığın ve bizim dört gözle beklediğimiz,merak ettiğimiz o romanını bizlerle paylaşmaya ve kendine doğum gününde bu hediyeyi vermeye ne dersin?
Çok içten bir yazı olmuş Çiğdem. Keyifle ve biraz da kendi yaşamımı da muhasebe ederek okudum. Ellerine sağlık.
Genç denebilecek yaşlarda gidenleri gördükçe, duydukça sağlıkla yaş almanın da güzel olduğunu düşünmüşümdür hep. Yaş alıyorsak yaşıyoruz demektir.
Sevdiklerinle nice yaşlar alman dileğiyle…
50 yaşıma geri dönmek istedim sanki farketmeden girmiş de cıkmış gibi hissettim , bir yaş ancak bu kadar iştahla alınabilirmiş sanki .Nice güzelliklerle doldur heybeni onar onar alırken yaşları ,gözlerindeki neseli pırıltılar ve şen kahkahaların yoldaşın olsun ve kaleminle bize hep ışık tut ki kaybolmayalım sağa sola carpmayalım . İyiki doğdun
Çok güzel ve sade anlatmışsın, takvim yaşımız ilerlese bile, ruh yaşımız hep aynı yerde. Takvim yaşıma müdahale edemem ama ruh yaşımın ilerlememesi bana bağlı ve onun hep genç kalması için elimden geleni yapacağım. Tanıdığım Çiğdem’de hep genç kalacaktır. Sevmeyi bilen insanlar asla yaşlanmazlar..
İki yıldır doğum günümün sabahında “ şükürler olsun Allahım sağlıkla bu yaşıma geldim ve sevdiklerim yanımda” dediğimi fark ettim buna olgunluk deniyor belkide. Sonrasında aynaya bakıp yine aynı gülümseme ile bugün benim doğum günüm deyıp haykırdım. Yaş alsam bile içimdeki hala aynı çocuk. Bu çocukluk hiç bitmesin dileğim.. Çok yerınde sana kesinlikle katılıyorum yaşlılık ve yorgunluk arasındaki ince çizgiyi hep karıştırıyoruz. Üreten bir kadın hayatının her dönemini , zorlukları hatta yaşlanmayı daha kolay atlatıyor , kabulleniyor ve kendini severek ; herhün çiçek gibi açmaya devam ediyor. Sen de benim orjınal Fransız’ım , eşsiz çiçeğimsin ablacığım. İyi ki doğmuşsun.. Yüz yaşinda da olsan eğitimin, birikimin ile , aldığın her nefeste her yerı güzelleştireceğini biliyorum. Hayat enerjin, merakın hiç bitmesin, içindeki çocuk hep gülsün ablacığım. Seni çok ama çoook seviyorum♥️
Çiğdem’ciğim bu kadar mı güzel anlatılır 50 yaş ; her cümlesi inanılmaz çok şeyi anlatıyor ve hatırlatıyor ki …. Belki şu an 30 ‘lu yaşlardaki birisi bunları anlayamayabilir ama 50 yaşına girmiş birisi olarak satırların arasında hep bir yerlere gittim; bitsin istemedim bu güzel yazı. Sayılar değil yaşanmışlıklar belki de insanı yoran ya da hayata sıkı sıkı bağlayan . O geride bıraktığımız yıllara nasıl baktığımız aslında yaşımızı belirleyen . Sen hep yaz 100 yaşımda da yaz biz de okuyalım canım
Sevgili Çiğdem Ablacığım.
50nci yaşı aslında o kadar güzel özetlemişsiniz ki. “ Yaşlı olamayacak kadar genç, genç kabul edilemeyecek kadar yaş almış bir ben”. Gençlere deli dolu derler demek ki zamanla bu dolu doluya dönüyor ve siz 50nci yaşınıza dolu dolu girdiniz. Nice güzelliklerle dolu yaşlara
50 yasima geldigimde senin kadar güzel, alimli, hayattan zevk almayi bilen, kendini gelistirmekten asla vazgecmeyen, kalpteki temizliği kirletmeden, dostlarima tüm gücümle ve istegimle deger vermekten vazgecmeyen bir kadin olmayi umuyorum. Iyi ki dogmuşsun Çigdemcim, 50 senin icin sadece bir rakamdan ibaret, bize görüntün ve ruhun onu söylemiyor.
Melodi eşliğinde, suretin yanimda gibi hissederek okudum.
Nice güzel hikayeler yasayasin ve bize bunları yazarak hissettiresin
Sevgili Cigdemcigim, bir harikasin, guclu olmaya devam et, yolun daima acik olsun, canim kardesim
Ay ne güzel anlatmışsın zevkle okudum harikasın yine.ruhla beden uymasada keyifle gecirmek gerek soluk aldigimiz her anı. Kafaya taksakta bazi seyleri biliyoruz aslinda gececegini.yeni yaşın ve sonrası gönlündeki tüm guzellikleri yasatsin sana .nice mutlu yıllara.
Canım Çiğdemciğim
Geçen yıllar, yaşlar olsun, iz bırakmak meselesi var ya hani… belki bir ses, belki bir yazı, belki bir resim, belki bir ağaç sonrasına nefes olacak, yol gösterecek, dinledikçe ruhuna iyi gelecek, okudukça öğrenecek, ağlayacak, gülecek kim bilir… teşekkür etmeli olgunlaşmaya, olgunlaştıkça farkında olmaya. Hani şu ergen jargonunda “çok da tın” dedikleri gibi tahammülü yeniden şekillendirme meselesi, heh işte o en büyük kazanıl mı desem:) istediğim sürece hayatımdasın, yol verirsem vardır bildiğim kafası. O en deli çağlarda yoklasa daha mı iyi olurdu bilmem. Belki öğrenmek için o zamanlarda lazımdı kim bilir.
İşte zaman gelir deriz ki zarfa değil, mazrufa bakalım;)
Çok güzel, mutlu, sağlıklı yaşların olsun. İyi ki doğdun güzel kadın ♥️
Çiğdem’im 50. yaşına kadar yaşadığın harika günlerinin bundan sonra katlanarak artmasını ve gerçekten gönlünden geçtiği gibi yaşaman için yeni yaşının yeni bir başlangıç olmasını diliyorum!
Çok sevil, çok sev ve dolu dolu yala sevdiklerinle birlikte uzun ömründe!
Kucak dolusu sevgilerimle, KUTLUYORUM SENİ!
Ah bu güzel ve hüzünlü kız çocuğunun yanaklarından kocaman öpüp sarılasım geldiiiiii❤️❤️❤️
Yazı nefis olmuş, tek kelimeyle nefis! Her 10 yıllık periyot bir nevi muhasebe dönemi gibi oluyor. Çok güzel anlatmışsınız.. Annemle de bu konuyu konuşmuştuk, “insan yıllar geçse de hiç yaşlandığını hissetmiyor, biliyor musun?” Demişti. Sanırım siz de benzer şeyler yaşıyorsunuz.(hala 20liklere taş çıkarırsınız, o ayrı!)
Her yaşınız ayrı güzel geçsin canım hocam, sağlık ve huzur hayatınızdan hiç eksik olmasın
Tadını çıkar, harika bir yaşa geldin. Her anın dolu dolu sevgi ve şükürle geçsin…
Ne güzel ne samimi bir yazı ellerine sağlık
Bu yaşın güzellikler neşeli samimi dost sohbetleriyle dolu olsun
Nice güzel yaşların olsun Çiğdemcim. Yeni yaşın güzellikler getirsin. Eminim daha nice başarılara imza atacaksın. Her zaman olduğu gibi…
Canım benim yine yazmışsın yazacağını..50 yaşımı geride bırakalı onbir yıl oldu,senin gibi bende ellili yaştaki insanları çok yaşlı sanırdım eskiden ama yaşadıkça hiç de öyle değilmiş dedim,dedim ama anlat deseler senin gibi anlatamazdım. Eminim hep genç kalanlardan olacaksın şenlendi de,doksana da..Kalemine sağlık…