Eren Hanım, merhaba. Bir tarımsal kalkınma kooperatifi olan Foça FOKOOP’un başkanı olarak, bize biraz kendinizden bahseder misiniz lütfen? Hayatınızdaki hangi dönemeçler, Foça’daki bu anlamlı göreve yolunuzu düşürdü?
Hoş geldiniz Foça’ya ve kooperatifimize, Çiğdem Hanım. Ekonomistim, emekliyim. Ankara’da Merkez Bankası’nda çalıştım. Emekli olduktan sonra, annemin köklerinin dayandığı Foça’ya yerleştim. Foça’nın eski bir ailesi, benim ait olduğum kol, cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte Ankara’ya taşınmış ancak evimizde Foça hep özlemle konuşulur, yazları kısa da olsa Foça’ya gidilirdi. Artık yaz kış burada yaşıyorum. Kültürel miras, arkeoloji, sanat tarihi, sürdürülebilir yaşam konularına ilgim yoğun. Anadolu’da, bu kadar zengin bir coğrafyada yaşayıp bunlara ilgi duymamak mümkün değil. Foça’nın da aynı şekilde çok zengin tarihi, doğası, ürünleri var. Her daim araştırdım, öğrenmeye çalıştım.
Kooperatif, yerel seçimler sonrası, 2019 yılının son günlerinde, Foça Belediyesi bünyesinde oluşturulan bir çalışma grubunun hazırlıkları neticesinde kuruldu. Çalışma grubunu, çeşitli mesleklerden katılımcılarla oluşturduk ve farklı yönleriyle Foça’yı çalıştık. Ben de sivil katılımcı olarak yer aldım. Ocak 2020’de yapılan Kuruluş Genel Kurulu’nda, ortaklar tarafından Yönetim Kurulu ekibine seçildim.
Tarım konusunda bilgili değilim. Kooperatif süreciyle birlikte, özellikle zeytin başta olmak üzere, tıbbi ve aromatik bitkiler, üzüm konularında seminerlere katılıp yayınları izlemeye çalışıyorum ve bir kooperatifte, ekonomiyle ilgilenen birinin yararlı olduğunu da görüyorum. Her mesleğin mutlaka katkısı var. Yaşam, tek bir pencereden bakılabilir bir şey değil. Genişlettiğiniz kadarıyla karşılığını alıyorsunuz. Üretici üretimle ilgilenirken kooperatifin pazarlama, tanıtım, maliyetleri düşürme ve AR-GE çalışmalarını yürüten bir ekibe sahip olması son derece gerekli.
Henüz emekleme dönemindeyiz, yolumuz uzun fakat geriye dönüp baktığımızda başladığımız günle bugün arasındaki gelişme, kooperatif ortakları olarak hepimizi daha da yüreklendiriyor.
Sözünü ettiğiniz bu çalışma grubunun saptamaları ve vardığı sonuçlardan yola çıkarak FOKOOP’un hedeflerini açıklar mısınız?
Çalışma grubu, Foça’nın nasıl bir kooperatife gerek duyduğunu, hangi ürünlerden oluşması gerektiğini sorguladı. Foça, bir tarım ve turizm bölgesi. Tarımı yerel ürünleriyle, turizmi ise tarihi ve doğasıyla ön plana çıkararak geliştirmek, sürdürülebilirlik açısından seçilecek yol olmalıydı.
Hala başat ürün, zeytin. Foça’nın bütün köylerine yayılmış, asırlık zeytin ağaçlarının yanı sıra, genç ağaçlar da var. Sebze, meyve, tahıl üretimi önemli.
Bir zamanlar şaraplık olarak, sadece Foça’da yetişen Foça Karası üzümü çok yaygınmış. 20. yüzyılın başlarında başat ürün, Foça Karası üzümüymüş ancak mübadeleyle karşı kıyılardan Foça’ya göç eden şimdiki yerel halkın bir kısmı, tütün ekimiyle uğraşmaktaymış. Bağları söküp tütün ektiklerini söylerler. Daha sonra “Balı söktük, zehir diktik,” de demişler ama bağlar da azalmış, zamanla genç zeytin ağaçlarına yerini bırakmış. Bugün Bağarası’nın adını aldığı bağlar yok ne yazık ki. Buradan yola çıkarak Foça Karası üzümünün geliştirilmesi, yaygınlaştırılması, tanıtılması sadece kooperatifimizin değil, kendini Foçalı hisseden herkesin görevi olmalı. Bu konuda Foça Belediyesi, Foça Karası üzümüne “Coğrafi İşaret” almak üzere başvuruda bulundu. Sonuçlandığında Foça Karası üzümü, Foça’nın endemik varlığı olarak tescillenmiş olacak. Çok önemli.
Foça’nın doğal bitki örtüsü arasında lavantanın atası karabaş otu, hayıt, püren, melisa vb. tıbbi ve aromatik bitkiler var. Tıbbi ve aromatik bitkilerin çoğu, taban suyu az olan bölgelerde yetişiyor yani Foça, tıbbi ve aromatik bitkilerin çoğunun yetiştirilmesine oldukça elverişli. Örneğin lavanta, gelişmekte olan bir bitki Foça’da, ancak bir sorun var: Lavanta yağını elde etmek için distilasyon merkezi yok bölgede. Böyle bir merkez için bir kooperatif yapısına ihtiyaç var. Üreticilerin üretimi yaptığı, ürün işlemesinin ise kooperatif eliyle kurulan ortak işletmede yapıldığı bir sistem.
Çalışma grubunun bir başka tespiti, 16. yüzyılda var olan Foça Sabunhanesi. Zeytinin olduğu yerde sabun da olur. Osmanlı döneminde Fatih Devri Kanunnameleri’nde adından bahsediliyor. “Foça Sabunhanesi” mutlaka canlandırılmalı.
Başat ürün olmakla birlikte, zeytin ve zeytinyağı üretimi olması gereken yerde değil. Yağhaneler mevcut ancak saklama ve dolum tesisi yok. Pazarlama sorunları var. Genellikle dökme yağ olarak satılıyor, menşeinin Foça olduğu bilinmeden piyasaya sürülüyor. Saklama ve ambalajlama koşulları nedeniyle de bozulup değer kaybedebiliyor.
Foça, beş bin yıl geriye giden bir tarihe sahip. Bilinen en eski demirci atölyesi Foça’da bulunmuş. Çeşitli dönem kazılarında Roma Dönemi seramik çöplükleri, villaların mozaik tabanları ele geçirilmiş. Taş işçiliği hep önemli olmuş. Tüf taş yapılarıyla, değirmenleriyle zengin. Geçtiğimiz yüzyıllarda Gediz Ovası Çamaltı Tuzlası’nda çıkarılan tuz, Foça tuzhanelerine nakledilip yurtdışına ihraç edilmiş. Yeni Foça, 13. yüzyılda Cenevizlilerin Osmanlı’dan aldığı imtiyaz sonrası, şap madenini işletmek için kurulmuş. Kazılarda bulunan ağırşaklar, dokumanın olduğunu söylüyor bize. Antik dönem şairlerinden Sappho, bir şiirinde “Phokaia’dan gelen mor mendiller”den bahsetmiş.
Bütün bu zenginlik bir arada düşünüldüğünde Çalışma Grubu, altı yedi aylık bir süreçte iki sonuca vardı: Foça’da bir tarımsal kalkınma kooperatifi eliyle, yerel tarım ürünlerinin ve özellikle zeytinin Foça adıyla tanıtılması, geliştirilmesi, gerekli işletmenin kurulması ve sürdürülebilir bir turizm için, geçmişinde üretilen seramik, mozaik gibi el sanatları ürünlerinin tekrar canlandırılması gerekliliği. Bu hedef, Foça Belediyesi’nin dahil olduğu “Sakin Şehir”in, yerel üreticilerin kent kimliğini vurgulama, özgün olma felsefesiyle uyumluluğunu da güçlendirecek.
Kooperatif kuruluş sürecinde, önümüzde çok iyi bir örnek vardı: Foça’da ürününü “Foça Yoğurdu” markasıyla başarıyla tanıtmış, yıllar önce süt üreticilerinin bir araya gelerek kurduğu kooperatif. Ayrıca Ege Bölgesi’ndeki başarılı kooperatiflerle görüştük, bizimle deneyimlerini paylaştılar. İlk toplantıdan başlayarak ve halen gönüllü olarak bize katkı sunan yüksek ziraat mühendisi ve bir kooperatif uzmanı olan Melih Ülgen ise her zaman yanımızda. Bir kooperatifin nasıl olması gerektiği, faaliyetleri, işlevleri konusunda en büyük desteğimiz.
Foça – Kocamehmetler Köyü’nde beni gezdirdiğiniz, incir ağaçlarına ve ovadaki zeytinliğe kuş bakışı bakan kooperatif binasıyla sohbetimize devam edelim: Neden bu köyü ve binayı seçtiniz?
Bir tarımsal kalkınma kooperatifi merkezinin, bir köyde yerleşik olması düşüncesiyle tabii ki. Yerel üreticilerle birlikte olmak ve hedefler doğrultusunda birlikte gelişerek yürümek amacıyla. Bina, Foça Belediyesi’ne ait. Açılan kiralama ihalesine girdik ve geçen sene ağustos ayında üç yıllığına kiraladık. Bu binayı genel kurul toplantıları gibi idari işler ile seramik, mozaik atölyeleri için kullandık şimdiye kadar. Atölyeler, becerilerini geliştirmek isteyen ortaklarımıza ücretsiz ve kooperatifin genel giderlerini karşılamak üzere ücretli olarak da gerçekleştirildi. Bu yolla, pek de tanınmayan Kocamehmetler Köyü’nün, kooperatifiyle, seramik atölyeleriyle, sabunhanesiyle adının duyulmasını ve bir üretim merkezi hâline gelmesini amaçlıyoruz. Köyün nüfusu çoğunlukla yaşlılardan oluşuyor. Gençler köylerini çok sevseler de, iş olanakları nedeniyle ya Foça merkezde ya da İzmir’de yaşıyor. “Kooperatifin güçlenmesiyle, çocuklarınız burada iş bulsun istemez misiniz?” sorusuna “Hayır,” diye cevap verene rastlamadık.
Foça, “Sakin Şehir-Citta Slow” unvanını aldıktan sonra burada “Tadım Rotası” çalışmaları başlatıldı. Rotadaki merkezi, zeytinyağlı yerel tatlar tadım noktası olarak geliştiriyoruz. Şu ana kadar iki başarılı uygulama yaptık. Kısıtlı bütçe nedeniyle, şimdilik her şeyi ortaklar olarak gönüllülük esasına göre dayanışma içinde yürütüyoruz. İş yükü bazen çok olsa da severek yapılan iş ağır gelmiyor, hele ki birlikte, paylaşılarak başarılıyorsa.
Merkezin bulunduğu Kocamehmetler, Foça’da en çok zeytin ağacına sahip olan köy. Aynı zamanda ovada, Foça Karası bağının bulunduğu bir alan yer alıyor. Kocamehmetler’i bir seramik, mozaik köyü olarak geliştirme hedefimiz var. AR-GE çalışmaları için küçük kapasiteli bir distilasyon cihazı aldık. Çalışmaları burada yapıyoruz. Üreticilerimizin, ev atölyelerinde kendi zeytinyağımızla soğuk ve sıcak yöntemle ürettikleri sabunlarımız da mevcut ve talep artıyor. Bu da, isim hakkını kooperatifimizin aldığı Foça Sabunhanesi’nin bir an önce kurulmasını gerektiriyor.
Aslen kooperatifin en önemli ihtiyacı, bir işletme yeri kurulması için arazi. Bu arazi, tarımsal kalkınma kooperatiflerini desteklemek amacıyla Tarım Bakanlığı, İZKA gibi kuruluşlar tarafından her yıl açılan hibelere başvurmamızı sağlayacak. Bu araziyi temin edebilmemiz, zeytinyağı saklama ve dolum tesisi kurma konusunda vazgeçilmez bir şart ve Foça zeytinyağı üreticileri için de elzem. Bu konudaki tahsis veya uzun vadeli kiralama çabalarımız şimdiye kadar başarılı olamadı.
Kooperatifçilik geçmişimizi ele aldığımızda ülkemizdeki gelişim sizce nasıl? Cumhuriyet dönemi öncesinde de benzer yapılardan söz edebilir miyiz?
Çağdaş anlamda kooperatifçilik hareketi, 1844 yılında İngiltere’de yirmi sekiz dokuma işçisi tarafından kurulan tüketim kooperatifiyle; ülkemizde ise cumhuriyetten sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde başlamış.
Cumhuriyetten önce de kooperatifçiliğe benzer faaliyetlere rastlıyoruz. Ahi Birlikleri’ni buna örnek verebiliriz. Ahi Birlikleri 13. yüzyılda Ahi Evran tarafından kurulmuş, ahlakla sanatı birleştiren bir teşkilat. Bu teşkilat, karşılıklı yardım ve dayanışma, eşit kazanç, üyelerinin eğitimi, kaliteli ve uygun fiyatlı mal üretimi, aracısız ürün pazarlama gibi kendine has özellikleriyle kooperatiflere hayli benziyor ancak bunun yanında devlet kurma, asker yetiştirme, toplum düzenini sağlama gibi özellikleri ile kooperatif kavramını aşan kuruluşlar.
Ahi Birlikleri’nde, “ben” duygusu yerine “biz” ön planda olmuş. Birliğe bağlı esnaf ve zanaatkârlar, gelen müşterilerine “Ben bugün satış yaptım, siz komşumdan alın, o henüz siftah yapmadı,” diyecek kadar erdemli kişiler. Usta – kalfa – çırak ilişkileri, eğitime ve bilginin kuşaklar arası aktarımına verdikleri önemi yansıtıyor. Din, dil, ırk ayrımı yapılmaksızın eşit muameleye tabi tutulan birliklerde cinsiyet ayrımının yapılması ve kadınların birliklere girememesi ise çok düşündürücü ve önemli bir eksiklik.
İstatistiklere baktığımızda günümüzde gelişmiş ülkelerin kooperatifçiliğe ne kadar önem verdiğini görüyoruz. Avrupa’da tarım, yüksek oranla kooperatifler eliyle yürütülüyor. Oysa ülkemizde kooperatifleşme oranları çok düşük. En yüksek oran Ege’de ve İzmir’de. Dileğimiz ve çabamız kooperatifleşmenin öneminin anlaşılması, tarımsal üretimin kooperatifler bünyesinde örgütlenmesi.
Foça aynı zamanda oldukça verimli bir tarım alanı. Gördüğüm kadarıyla, burada sadece zeytin ve üzüm değil, aynı zamanda pamuk, buğday ve arpa da yetiştiriliyor. Tarım alanlarının öneminden de konuşalım mı biraz?
Küresel ısınma, çevre kirliliği, denetimsiz sanayileşme, dünya için tehlike çanlarının çalmakta olduğunu haykırıyor bize. Yıldan yıla azalan verim, hastalıklar, kuraklık… Bir zamanlar tarım ürünlerinde kendine yeten ve ihracatçı olan ülkemiz, birçok üründe ithalatçı durumda. Hiç de övünülecek bir durum değil. Sanayileşmiş ülkelerin, toprakları kısıtlı Hollanda gibi örneğin, aynı zamanda önemli birer tarım ürünleri ihracatçısı durumunda olmaları hepimizi düşündürmeli.
Yerel tohumlar yerine dışa bağımlı olduğumuz tohumları kullanmamız ise girdiğimiz bir başka çıkmaz. Kurulmaya başlayan tohum değişim merkezleri bu açıdan çok önemli. Bu merkezlerin geliştirilmesi ve sayılarının artırılması gerek.
Foça, turistik değerlerinin yanında, verimli ve geliştirilebilir tarım alanları ile kıymetli ürünlere sahip. Eski Foça ve Yeni Foça birer turizm merkezi. Köyleri, Bağarası, Yeni Bağarası, Gerenköy, Ilıpınar, Kocamehmetler, Kozbeyli ve Yeniköy ise geniş tarım arazilerine sahip, kadim ürünler yetiştirmeye müsait. Bu doğal ortamı korumak adına, çevre sorunlarıyla mücadele edilmeli.
Turizm giderek doğal yaşam, özgün kimlikler, sürdürülebilir yaşam biçimlerine doğru gelişiyor. Tercihler, doğal ve özgün olandan yana evriliyor. Beklenen odur ki Foça’da tarım ve turizm birbirlerinden beslensin, birbirlerini desteklesin. Foça, Slow Food hareketinin bir kurumu olan Yeryüzü Pazarı’na da sahip. Yeryüzü Pazarı ile Sakin Şehir birlikteliğinin ve birlikte gelişiminin Foça’ya, Foçalı üreticilere, işletmelere büyük değer katacağını düşünüyorum.
İnsanlık tarihinin kadim mahsulü zeytin, her derdin devası zeytinyağı ve Foça’daki zeytinciliğe gelelim şimdi, ne dersiniz? Zeytin için neden “ölümsüz ağaç” derler?
Zeytin ağacı suya ulaşmak için köklerini toprağın derinliklerine uzatır. Kök sistemi çok güçlüdür. Kesildiğinde ya da yandığında kökleri canlı kalır ve yeni sürgünler verir, canlanır. Asırlarca süren bir ömrün sonunda gövdesi kurur, içi boşalır ama zeytin ağacı köklerinden yeniden doğar. Bu nedenle mitolojide ve botanikte zeytin ağacının adı “ölümsüz ağaç”tır.
Halk arasında zeytin ağacının verimi için “var yılı, yok yılı” deyimi kullanılır. Üretken bir yılın ardından ağaç, kendini dinlenmeye alırmış. Uzun ömürlü olmasının bir sırrı da bu mu acaba?
FOKOOP zeytinyağının marka adını “Eskiden” olarak seçtik. Zeytin ağacı, ta eskilerden beri bu topraklarda yaşamakta. Sloganımız ise “Foça’da yaşayan zeytin ağaçlarından.”
Asırlık, anıt zeytin ağacı Foça’nın her yerinde çoktur, yabani zeytin yani “delice” de.
Kaliteli zeytinyağının özellikleri nedir? Ortalama bir tüketici, “iyi” zeytinyağını nasıl anlar?
Damak tadı iyi olan herkes, kokusundan ve tadından zeytinyağının iyisini anlar. Tadım ya da duyusal algılama uzmanları bu konuda eğitim alıyorlar ve tadım yoluyla değerleri söyleyebiliyorlar ancak gelişmiş laboratuvarlarda zeytinyağının her türlü analizi yapılabiliyor artık. Örneğin kooperatifimiz; her üreticinin zeytinyağından aldığı numuneyi, güvenilir laboratuvarlarda analiz ettirmekte ve zeytinyağı bu ayrımlara göre fason hizmet anlaşması yaptığımız işletmelerde doldurulup ambalajlanmaktadır.
Üretimin bilgiye dayalı bir süreç geçirmesi, örneğin İyi Tarım Uygulamaları’na göre yapılması, zeytinin kalitesini doğal olarak artırıyor. Üretim aşamasından sonra zeytinyağının üç düşmanı var: hava, ışık, ısı. Bunun için zeytin hasadının toprağa değmeden toplanmasıyla başlayan, bekletilmeden soğuk sıkım yoluyla zeytinyağına dönüştürülen ve el değmeden ambalajlanan ürün, “kaliteli ürün” olarak adlandırılabilir.
Sözün özü, kaliteli zeytinyağına ulaşmanın yolu, hasattan ambalaja girinceye kadar titizlikle işlem yapan güvenilir kuruluşların ürününü tercih etmekten geçmektedir.
Zeytin hasadı ekim ile aralık arasında yapılıyor, değil mi? “Erken hasat” ve “geç hasat” diye tabirler var bir de. Bunlar tam olarak ne anlama geliyor ve zeytinyağı üretimindeki rolleri nedir?
“Erken hasat”, ekim ayında yani zeytin henüz yeşilken, henüz olgunlaşmamışken yapılan hasada deniyor. Yeşilken zeytinyağının polifenol açısından daha zengin olduğu biliniyor. Polifenol, bitkiye yeşil rengi veren, antioksidan özelliği taşıyan bir madde.
“Olgun hasat” ise, kasım – aralık aylarında, zeytin tam olgunlaşıp siyaha döndüğünde yapılıyor. Her ne kadar erken hasat daha tercih edilir olsa da, uzmanlar olgun hasat ürününün içinde oluşan başka değerlerden söz ediyor. Yani sağlıklı üretilmiş, gereğince işlem görmüş zeytinyağı -erken veya olgun hasat- her ikisi de çok değerli.
Zeytinyağını çok seven biri olarak, benim için en mükemmel zeytinyağı türü sızmadır. Sızma zeytinyağı, en kusursuz ve en kıymetli zeytinyağı mıdır sahi?
0,8 asit derecesine kadar olan zeytinyağını “natürel sızma zeytinyağı” olarak biliyoruz. Meyvemsi ve acımtırak olan bu yağ, genel olarak salatalarda kullanılır. Zeytinin yere düşüp toprağa değdiği andan itibaren asiditesi yükselmeye başlıyor. Asiditesinin yükselmemesi için zeytin, yere serilen örtüler üzerine silkme yöntemiyle veya modern makinelerle toplanıyor. Tat bakımından sızma zeytinyağının aroması fark edilir derecede, kat kat üstün.
Kaliteli zeytinyağı üretmek için özel eğitim gerekli mi? Siz kooperatif olarak, Foça’da zeytincilikle uğraşan köylülerinizin eğitim almasına yardımcı oluyor musunuz?
Bir tarımsal kalkınma kooperatifinin kuruluş nedenlerinden biridir, ortaklarının eğitimi. Bilgiyle yapılan her işin sonucunun iyi olması gibi, zeytin üretiminin de hem insan sağlığı hem verim açısından bilgiyle yapılması doğrudur. Bu konuda ortaklarımız yetiştirme, budama, tadım konularında Foça İlçe Tarım Müdürlüğü’nün eğitimlerine, çeşitli zeytin kuruluşlarının kurslarına katılıp sertifika alıyor. Geçtiğimiz aylarda İlçe Tarım Müdürlüğü ile kooperatifimiz merkezinde eğitim çalışması başlatıldı ve bu uygulama devam edecek.
Bugün İtalya, İspanya, Yunanistan gibi Akdeniz ülkelerine ait zeytinyağı markalarının yüksek fiyatlarla geniş pazarlara sahip olmasını ancak ülkemizin zeytinyağının benzer bir atılım gösterememesini neye bağlarsınız?
“Delice” dediğimiz yabani zeytinin ıslah edilip daha verimli hale getirilmesinin büyük olasılıkla Mezopotamya, Filistin ve Suriye üçgeninde MÖ 4000’lerde gerçekleştiğini, daha sonra Güney ve Batı Anadolu, Kıbrıs, Girit ve Yunanistan üzerinden batıya yayıldığını yazılı kaynaklar belirtir. Yine aynı şekilde Akdeniz ticaretini Fenikelilerden devralan Foçalıların, zeytin kültürünü Ege kıyılarından İspanya’ya, Fransa’ya taşıdığını yazarlar. Zeytinin vatanıdır Anadolu, Phokaia’lılar da onu tanıtanlardan biridir.
Günümüze geldiğimizde ihracata yönelik çabanın ortaklaşa yapılmasının, üreticileri güçlendireceği kesin. Avrupa Birliği’nin (AB) zeytinyağı üretiminde uyguladığı kotalar ihracatımızı olumsuz etkiliyor. AB ülkeleri bu yolla zeytinyağı üretimlerini koruyor. Dünya pazarında zeytinyağını ihraç edebileceğimiz yeni pazarlar bulmak gerekli. Bu ihracat da dökme zeytinyağı şeklinde değil, katma değeri yükseltilmiş, ambalajlanmış ürün şeklinde gerçekleştirilmeli.
Eren Hanım gene sizin sayenizde Eski Foça’daki FOKOOP Bahçe’de, kooperatif üyeleriniz olan birbirinden kıymetli kadınlarla da tanışıp kendi emekleri olan sabunlara, lavanta yağlarına, seramiklere, tekstil ürünlerine ve tabii ki zeytinyağlarına tanıklık ettim. Biraz da onlardan ve ürünlerinden söz edelim mi? Foça’nın yerlileri mi oluyor bu hanımlar? Çalışmak için kooperatif binasını mı kullanıyorlar? Yıl içinde, satışlar başka bir yerde de gerçekleşiyor mu?
FOKOOP Bahçe’den söz edeyim önce: burası bir arkadaşımızın işyerinin bulunduğu apartmanın bahçesi. İlk gördüğümüzde “Biraz düzeltilirse serin Foça akşamlarında burada güzel sergi yapılır,” dediğimiz bahçe. Viraneyi derledik, topladık, boyadık. Pencere kenarlarına gelincikler çizdik. Şimdi haftada bir gün, açık alanda sergi yapıyoruz. Her hafta mutlaka bir iyileşme yaşıyor FOKOOP Bahçe. Merkezde bir satış yerimiz var, mutluyuz.
El sanatları üreticilerimizi, “öncü ortaklar” olarak adlandırabiliriz. Biraz önce konuştuğumuz Ahi Birlikleri’nde olduğu gibi, usta – kalfa – çırak ilişkisiyle bilgiyi devreden, el veren, erdemli kişiler ama bu sefer çoğunluğu kadınlar. “Foçalıyım,” diyen kadınlar. Edip Cansever’in dizelerini hatırlayalım:
“İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa, toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine…”
Bizim için Foçalı olmak demek budur. Yaşadığı yere benzemek. Ortaklarımızın hepsi de bu anlamda Foçalıdır, kökenleri burada olmasa da. Yaşadıkları yeri severler. Amaçları özgün ürünler üretmek, Foça’nın tarihini, mitolojisini, ürünlerini vurgulamak, unutulanları hatırlatmak, hikayeleriyle sunmak. Hemen hepsinin ev atölyeleri var, üretimleri bu atölyelerde. Zaman zaman Kocamehmetler Merkez’de ortak çalışma yapıyoruz. Kooperatif giderlerini karşılamak için yapılan çalışmaların hepsi de keyifli geçen çalışmalar.
Satışlarımıza gelince, geçen yıl haziran ayında, pandemi koşulları biraz hafifleyince ahşap işlerinden anlayan arkadaşımız bir “Tel Dolap” yaptı bize ve bir başka arkadaşımızın işletmesinde zeytinyağımızı, o zaman var olan az sayıda el sanatı ürünlerimizi satmaya başladık. Zeytinyağımızın ünü yayıldıkça “Nasıl satarız?” dediğimiz 1 ton zeytinyağı eridi gitti. Uğurlu “Tel Dolabımız”, bu yıl Kocamehmetler merkezimizde artık. Bu sene zeytinyağı satış hedefimiz ise, geçen yılın hayli üstünde. Bu yıl artık Foça içinde satış noktalarımız var. Yüksek komisyonlar nedeniyle marketlere giremedik. Ya tüketicinin zararına fiyatları yükseltecektik ya da fiyatları çok düşük tutacaktık fakat bu da, üreticinin zararına olacaktı. Her iki şartta da kooperatif olmanın bir anlamı yok.
Ürettiğimiz el sanatları ürünlerimizi ise tüketiciyle ilk defa, güzel bir sergilemeyle, Foça Belediyesi Kültür Merkezi’nde yılbaşı zamanı buluşturduk. Sonuç sevindiriciydi. Çok beğenildi. İkinci sergiyi mayıs ayında yaptık, beğeniler bizi daha da umutlandırdı. Özgün olmanın, gereğince ilerlemenin sonuçlarını aldık sevinçle. Böyle devam edeceğiz, umutla, dayanışarak, dayanışmayı bilenle, usta – kalfa – çırak anlayışıyla, bilgiyle…
Teşekkür ediyorum, Eren Hanım. Gerçekten keyifli bir sohbet oldu. Son olarak, kooperatifinizin tüm değerli çalışanları için, Doç. Dr. Vural Yiğit’in, “Midilli’den Çıktık Yola” isimli, Foça’yı anlattığı o güzel kitabında rastladığım bir Foça temennisi ile bitirelim mi bu söyleşiyi? “Güneş batarken ay doğsun, ay batarken güneş doğsun, üzerinizden aydınlık hiç eksik olmasın.”
Foça FOKOOP adına, Mikroscope dergisine ve size çok teşekkür ederim Çiğdem Hanım. Hepinizi, Foça’nın kırmızı günbatımlarına, kocaman dolunaylarına bekleriz. Sevgiyle…
(Bu röportaj yazısı; çevrim içi aylık kültür, sanat ve edebiyat dergisi “Mikroscope”un 15. sayısında da yayınlanmıştır.)
1974, Ankara doğumluyum. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden 1997 yılında, İstanbul Üniversitesi İspanyol Dili ve Edebiyatı bölümünden ise 2018’de mezun oldum. Yüksek lisansımı Eğitim Yönetimi ve Denetimi alanında yaptım. İngiltere, İspanya ve Arjantin’deki çeşitli dil okullarında eğitim aldım. 2017 yılında Cambridge Üniversitesi’ne giderek İngiliz edebiyatının farklı dönemleriyle ilgili derslere katıldım. Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından düzenlenen editörlük, düzeltmenlik ve lektörlük programlarını tamamladım. 2001’den beri öğretim görevlisi olduğum Marmara Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu’ndaki görevimi sürdürmekteyim. Aynı zamanda üç Javier Cercas romanına emek vermiş, çiçeği burnunda bir çeviri editörüyüm.
Kendimle ilgili, öz geçmişimde yer alan nesnel bilgiler bunlar. “Ben kimim?” sorusuna vereceğim öznel cevaplarım ne derece doğru olur, taşıdığım etiketlerin kaçını burada bir çırpıda sıralayabilirim, bilmiyorum. Dolayısıyla sadece şunu ekleyip konuyu kapatmayı yeğliyorum: Okumayı, yazmayı, araştırmayı, öğrenmeyi, sorgulamayı, seyahat etmeyi seviyorum ve bazı insanlara rağmen hâlâ “insan” kalmaya çabalıyorum.