Arama Sonucu:

Kapıyı çektim: “Tık!” Anahtarı deliğinden çıkardıktan sonra, suya atılan bir taşın etrafında oluşan halkalar gibi, beynimde yankılanmaya devam etti aynı ses: “Tık! Tııık! Tııııık! Tııııııık! Tıııııııı………..k!”

Üç hafta boyunca huzurla kaldığımız Foça’daki evin kapısını kapatıp bizi İstanbul’a götürecek olan uçağa doğru -pek istemeyerek de olsa- yol alırken o “Tık!”, kazındı beynime. Yaz mevsiminin artık benim için sona ermesi miydi hayıflandığım, çok sevdiğim Ege’yi geride bırakmış olmamdan kaynaklanan hüzün mü yoksa kısa süreliğine de olsa güzel anılarımıza tanıklık etmiş bir mekâna seneye tekrar gelip gelmeyeceğimizi kestiremememin yarattığı belirsizlik mi? Belki hepsi, belki hiçbiri ama emin olduğum tek gerçek şuydu: O “Tık!”, günler ve geceler boyunca beni terk etmedi.

Annemin dedesi Hasan Tezcan, 1910 yılında Bulgaristan’ın Plovdiv şehrindeki evinin kapısını -bir daha açmamayı göze alarak- çektiğinde o “Tık!”, kendisinde nasıl bir duygu yaratmıştı acaba? Köklerinden çok uzakta yaşayacak olmanın yerle bir edeceği aidiyet hissini, şimdi bu, bir daha dönmemek üzere kapattığı kapının ardında bırakıyor olduğunu bilmenin acısı mıydı yüreğinde filizlenen yoksa kilometrelerce ötede, nasıl bir geleceğin kendisini beklediğini tahmin edememenin yarattığı endişe mi?

Peki ya babamın anneannesi, Varna Kaymakamı’nın kızı Kübra Hanım? 1930’ların başlarında, kendisini ve ailesini, geri dönmemek üzere İstanbul’a götürecek olan faytona binmeden hemen önce, o aynı “Tık!” ile ruhu nerelere seyahat etmişti, kim bilir? Ne düşünmüştü? İstanbul’da yaşayacağı bundan sonraki yıllarında, ne yaparsa yapsın, ne kadar çabalarsa çabalasın, kendisini her zaman “öteki” hissedeceğini veya kaderine zift gibi yapışacak olan talihsizliği kestirmiş miydi, örneğin?

Bir yuvayı yuva yapan, o “Tık!” sesine değer katan nedir peki? Yaşadığımız mekânı bizim için vazgeçilmez kılan sebep, esasen ne olabilir? O evin fiyatı mı, konumu mu, içindeki pahalı mobilyalar veya stil sahibi aksesuarlar mı yoksa şahit olduğu yaşanmışlıklar mı? Duvarlara sinmiş dost sohbetleri, pencerelere yansımış kahkahalar ve gözyaşları mı, mesela? Hele bir de, içsel büyümenizi orada tamamladığınız için, dört cansız duvara karşı hissettiğiniz o tuhaf, o anlamlandıramadığınız sadakat mi? Ya da şöyle sorayım soruyu: İçinde anılar üretmediğiniz, yaşanmışlıklar biriktirmediğiniz bir eve ruhen bağlanmanız kolay mıdır? Hatıralarınıza sahip olmayan bir mekân, konuttan öteye geçebilir mi sizin için?

🏡

Odadır, ev.

Bir ada.

(Kendi halinde)

Bir içe çağrı.

Kapalılığa, yalnızlığa övgü.

Ama biz bir evi görürüz hep.

Oysa ev seyircidir.

Gezinir, yokmuş gibi yaşar.

Açar kapar kapıları

Evde her şey birbiri için vardır.*

🏡

Sadakat, vefa, bağlılık… Elbette çok kıymetli, elbette çok özel duygular ancak sonsuza kadar sahipleri olamayacağınız cansız varlıklar için bunların bile bir dozu olmalı. “Mal sahibi, mülk sahibi / Hani bunun ilk sahibi?” derdi ya eskiler, o hesap…

Kapatın şimdi gözlerinizi ve size inanılmaz derecede huzur veren bir yerde olduğunuzu varsayın. Tam olarak neredesiniz şu an? Orası sizin ait olduğunuz ve size ait olan ev işte… Daha da ötesi, orası yuvanız sizin…

*İlhan Berk (1918 – 2008)

17 Eylül 2022 Cumartesi

(Bu blog yazısı; çevrim içi aylık kültür, sanat ve edebiyat dergisi “Mikroscope”un 16. sayısında da yayımlanmıştır.)

“Tık!” | Mikroscope (mikro-scope.com)

27 Yorum

  1. Anıların duygusallığı bu gününüzü nasıl yönlendiriyor.Varolusumuzun içinde o naif kırılganlık peşimizi bırakmayacak mı? Siz şanslısınız, ben kendimi dedelerimin doğdukları coğrafyalarla özdeslestiremedim ,sonunda Sibirya da karar kıldım. Yalın cümlelerinizi güçlendiren duyguların gücü, yine başarılı, okuyuculariniz mutlu olmalı.

  2. Tülay Genç

    Ev sadece bir yapı, yuva içinde huzur duyduğun; evin büyüklüğü metrekareyle, yuvanınki ise kalplerle ölçülürmüş. Kapatılan kapının ardında bırakılan huzurlu anlar, kalbi paylaşımlara duyulan özlemi ahhh o “tık sesi” tanımlaman ile ne güzel ifade etmişsin. Harikasın Çiğdem’ciğim.

  3. Alev Salar

    Kalemin ne kadar güçlü ve akıcı, öyle ki hepimizi o “tık” sesine götürdü. Tabii bunun yaş almakla, yaşanmışlıklarla ve geçmişe duyulan özlemle de alakası var diye düşünürüm. Eskiden insanlarla daha iç içe ve yavaş ilerleyen yaşamlarımız varken bugün hapis hayatlar yaşanmakta hızlı geçen yaşamda. “Tık” sesi ne yazıkki bugün bir çok insana kapanmışlığı, ve mesafeyi/leri hissettirmekte. Bir tık sesi duysak da iki çift söz etsek… Yazı için teşekkür ederim.

  4. Nusret Kantarcı Fisher

    Gec zaman bulabilmenin utancıyla okudum yazınızı .. Benim bu “ tıkk”ları anlatmaya çalıştığım ilk kitabım HATIRLA MİDİLLİ’nin yorumunu bir de sizin kaleminizden okumak isterim, sevgili Çiğdem hanım.. Mübadele / Göç hikayeleri kalbimde hep ayrı bir yerdedır , mübadil bir ailenin çocugu olarak .. Sevgiyle

  5. Çağatay Canbaz

    Bir tık bu kadar güzel anlatılmazdı. Yine hedefi bir tık yükseltmişsiniz 🙂 şakası bir yana bizi acı tatlı eskilere götürdünüz. Sağolun varolun

  6. Çok duygulandım.Cok güzel yazmışsınız.Kaleminize saglik

  7. Burhan Kara

    “Ev, insan zihni gibidir yerli yerini bulamadıkça, ev sahibini yorar” diyordu bir yazıda yazar. Sanırım bu mekanlarda inşa ediyor kendini insan.
    Okurken insanı öz yaşamına götürüyor yazın.
    Eline sağlık Çiğdemciğim.

  8. Şükran selçuk

    Çok duygulandım .nasıl yüreğimize dokunuyor yazdıkların bilemezsin. seni kutluyorum çiğdecigim maşallah. Çok yaşa. hep yaz. bir tık sesi bizi nerelere götürdü ….yenilerini sabırsızlıkla bekliyorum .sevgiler.

  9. Selçuk Sözen

    Çok taze benzer bir yaşanmışlığa değindin.Annem ile babamın Ankara’da oturdukları evi geçtiğimiz günlerde satışa çıkardım.Babamın vefatından sonra annem İzmir’e yerleşti.Yaklaşık 11 senedir Ankarada’ki evi hep açık tutuyorduk,anılar ile doluydu.Senede bir iki gün bile gidip gelmek bizi mutlu ediyordu.Annem yaşlandı artık Ankaraya gidip gelemem dedi ve evin satışını istedi.
    Eşyaları toparlayıp hatıraları özenle sarıp sarmalayıp evi boşalttık.Ve kapıyı çektik.
    İşte o “tık” sesi yol boyu kulaklarımda çınladı,babamı sonsuzluğa yolcu ettiğimizi o gün daha iyi anladım…

  10. Berna Kiper

    Her ev bir hikaye,her ev bir film.
    Nefis!!!
    Bir “Tık”farkındalığı bu kadar güzel anlatılır.

  11. Şule Tamer

    Ben eşyalarımı taşıdım hep onlar bana yalnızlık hissettirmedi. Memlekete gittiğimde başkalarının yaşadığı o evde anılarımın gitgide silindiğini dışlandığımı hissediyorum, ben artık o eski ben değilim evimde benim değil her yeni tık yeni bir hayata başlangıç Kübra’cım. Nefis bir yazı olmuş.

  12. Emel Bilgin

    Evcağızım halcağızım demişler,insanın çulu çaputu nerdeyse evi orası da demişler.Yani kendini nerede güvende ve konfor alanında hissediyorsa yuvası orasıdır.Tabii ki kendini bildiği andan itibaren gözünü açıp algıladığı ev yuvasıdır insanın benim bakış açıma göre.Yaşanmışlıklar,hüzünler,sevinçler hep burada yaşanır.Son nefesini bile evinde vermek ister insan.
    Eşyaları her yere taşırsın da anıları,yaşanmışlıkları,hatta o eve sinmiş huzur kokusunu,güven duygusunu nasıltaşırsın ki?O yüzden o “tık”sesi çoğu zaman hüzün verir insana dönüşü olmayacaksa.
    Yine bir parmak bal çalıp ağzımıza,bizi atalarımızın göç yıllarına götürüp,çokça hüzünlendirip sen de kapıyı kapatmışsın “tık”diye.Alacağımız olsun o zaman

  13. Ankara da doğdum bir çok anım var ama Ankara yi hiç ozlemedim. Ayrılırken tuhaf bir boşluk hissi vardı ama daha büyük bir heyecanla İstanbul a geldik. Bence bir yeri ev yapan anılar değil. Zihnimizde onu konumlandirdigimiz yer bizde bıraktığı his.

  14. Banu SORGUÇ ULUĞ

    “Suyun ötesi” derlerdi oralara benim ailemin büyükleri. Tıpkı senin aile büyüklerin gibi Balkanlar’dan, Mora’dan zorunlu göçmüşlerdi.
    Ruhen bir yere bağlanmanın harcı, bir soyun nesilden nesile aktarılan hikayeleri olabilir belki. Sorunun cevabı çok kolay değil bana göre.
    Fakat bu güzel yazıyı bir Eylül akşamı İstanbul’da okurken, yuva gönlümde bir tık İzmir oluverdi.
    Aklına, yüreğine sağlık Çiğdemcim

  15. Dikmen Urgan

    Çiğdemcim, dünkü sosyal medya hesabından okumuştum! Yine yüreğim cız etti, göçmen ailelerimizin (benim de annem 10 aylıkmış, Makedonya’dan Samsun’a gemi ile geldiklerinde…) hem çektikleri derin sıla hasretini, hem de yeni vatanda bilinmezliklere doğru yola çıkarken hissettiklerini öyle güzel hissettirmişsin ki, emeğine, kalemine sağlık, Çiğdem’im!

  16. Seval Baykal

    Tık sesi ile başlayan bir dizi anı canlanıverdi gözümün önünde. Hikaye çok güzel ve dolu dolu. Ben böyle yaşanmışlık hikayelerini, biraz hüzünlü de olsa seviyorum. Sen de birkaç kuşağın yol ve yerleşim hikayelerini harika güzel kaleme almışsın. Kim bilir yaşayanlardan dinleseydik bir solukta nasıl olurdu!
    Eline, kalemine sağlık Çiğdem’ciğim

  17. Banu Koçaş

    Kalemine sağlık Çiğdem’ciğim. Çok duygulandım.

  18. Hocam yine çok dokunaklı bir yazı.
    Nasılda etkiliyor insanı

  19. Perihan Erengüç

    Tık sesi çok hüzünlü gerçekten.Yaşanmışları hatırlatıyor insana.Güzel bir yazı.

  20. Fatma Ayten Özgün

    Annenizin dedesi Hasan amca ve eşi Ayşe teyze bizim çocukluk mahalle komşumuz du. Kaç ” Tık!” la yüz,yüze kaldık, zor oldu tabii yeni mekanlara alışmak.Yuva’yı yuva yapan o “Tık!” sesi kesinlikle o evde yaşanan duygulardır,komşuluk ilişkileridir , asla unutulmayan. Bakın annenizin dedesini ve babaannesini unutmadığım gibi. Yüreğinize, duygularınıza, kaleminize sağlık hocam. Bana bir an da olsa anıları yaşattınız teşekkür ederim. Huzurlu akşamlar sevgiler.

  21. Füsun Sunter

    Ağlayarak okudum.Anne-baba evini kapattığımızda acaba o tık sesi biz kardeşlere neler hissettirecek ..Şimdi bile ertesi gün gideceğimizi bildiğimiz halde onlara hoşçakalın diyememek,kapıyı açtığımızda merhabaaa biz geldik diyememek öyle zormuş ki

  22. Nüget Seçmeler

    Çiğdemcim yazın beni Babamın memuriyet için il il gezdigimizvatan içinde o tık beni taaa.. Çocukluğuma götürdü evlenip baska şehir emeklilikte İstanbul ve rüyalar hep önceki evlerde geçer yazı n beni yaşantımız evlerindeki tık.. La doldu. Sağol yine bir sokukta okudum.

  23. Zuhal Pek

    Göç çok ağır bir travma! Ne de iyi seçiyorsun yazacağın konuyu! Evet Göç ağır bir yaradır Ama yara ait olAbileceğin bir yerde yaşamayı seçerek sarılabilir ve maalesef bazen insan kendi memleketinde de gurbeti yaşayabilir.

  24. Mehmet Günes

    Tespitlerin, sorduğun sorular o kadar hazin ve doğru, ve anlatışın o kadar şiirsel ki. Cuk diye içime oturdu. Çok çok beğendim.
    Aklıma; yerinden, yurdundan edilen Ermeniler, yahudiler, rumlar geldi. Onlar da bu anlattıklarını hissetmişler midir acep?

  25. Mustafa ATALAY

    Gerçekten yazınızda ki “tık” sesi insanı sarsıp kendine getiriyor. Çok eskilere götürüyor. Her ferdin bir anısı, bir yaşanmışlığı var. Bunları her zaman hatırlamak mümkün olmuyor. Ama sizin yazınızdaki o içimize dokunan kendimizi bulmamızı sağlayan, o sesi bize hatırlatmanız ne kadar güzel. Bu kadar özel konu için çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız , iyi ki yazıyorsunuz. Bu defalık yine hoşça kalın. Diğer güzel ve özel yazılarınızda buluşmak ümidiyle…

  26. Esin Arkan

    Of Çiğdem, beni nerelere götürdün, sayende kısa bir seyahat yaptım. Sağol, varol…

  27. Ayşe Beloğlu

    Kesinlikle doğduğumuz,ilk yaşadığımız yere bağlılığımızın çok kuvvetli olduğunu düşünüyorum
    Yaşanmışlıklar unutulmaz ve özlenir.Fakat özlenen şeyler birlikte yaşanılan insanlarla özleniyor.Maalesef geri dönsekte o insanların çoğunu bulamayız.
    Tık tık sesi içimi burktu,hüzünlendim Çiğdemcim.
    Güzel bir yazı olmuş

Bir yorum Yaz