
Temmuz ortası canına yandığım Ege’deki o zeytinlikteyim gene ve çevremdeki dört incir ağacının en heybetlisinin altında oturmuş, biraz önce söylediğim sade kahveyi bekliyorum. Zeytinliğin sahibi işini bilen insanlardan biri, belli. Zira çoğu yeni nesil üreticisinin, zeytin bahçelerindeki incir ağaçlarını sinek topladıkları gerekçesiyle kestiklerini duymuştum. Oysa aynı dönemde meyve veren zeytin ve incir ağaçlarının aslında ne kadar sıkı bir takım oluşturduklarını, genç üreticiler maalesef ki pek bilmez. Foça’nın yaşını başını almış yerlilerinin söylediği bu; ben onların yalancısıyım. Şu an üstünde bulunduğum topraklarda yıllar önce yaşayan ve mübadeleden önce Ege’de zeytincilikle uğraşan Rumlar biliyordu ama.
İncir sevenlerin dikkatini çekmiştir: Çok olgun incirlerin su damlasına benzer balı olur. Aslında o balın işlevi, aynı dönemde meyve veren zeytin ağaçlarını korumaktır çünkü zeytine musallat olmayı seven bir sinek türü vardır ve bu bal, sineğin dikkatini incire çevirir. İncirin balını tadan zeytin sineği, çok geçmeden zehirlenerek ölür. İncir; zeytinin kahramanıdır yani, o savunmasız çocuğu koruyup kollayan ve ağacıyla meyvesinin hayatta kalmasını sağlayan abladır.
Kahvem geldi. Ilık bir rüzgâr esti. Beni de güneşten koruyup kollayan incirin yaprakları kımıl kımıl yüzüme baktı. Aklıma gene mübadele düştü. Ne zaman Ege’ye gelsem bende bu düşünce hep belirir zaten. Taş evler, zeytinlikler alır götürür beni o sepya günlere. Etrafımdaki bu zeytinlik gibi tıpkı, taşınmaz mal varlıklarının hepsini, mezarlarını ve kutsal mekânlarını geride bırakan, önlerindeki hayatın nasıl olacağını tahmin bile edemeden o hayata sıfırdan başlamayı göze alan, almak zorunda bırakılan insanlar… Parçalanan aileler… Kayıp yakınlarından haber alamayan biçareler… “Öteki” oldukları için Anadolu’dan Yunanistan’a göç eden ancak orada da kendilerini “öteki” gibi hissedecek olan Rumlar… Yeni yaşamlarına Anadolu’da başlayan fakat “Türkçe bilmeyen Mustafa”, “Rum Fatma” diye anılan Türkler… Göç ettikleri topraklarda uzun, çok uzun bir süre “beriki” sayılmayacak Mehmet’ler, Yorgo’lar, Ayşe’ler, Eleni’ler…
Yaşadığımız dramları bile tartışamadığımızı düşünüyorum kahvemi yudumlarken. Ortaokul ve lisedeki ders kitaplarımızda mübadelenin doğru dürüst yer almadığını, alsa da bir iki cümleyle geçiştirildiğini hatırlıyorum. Neden acaba? “Biz hep bu topraklardaydık.” iddiasındaki zihniyetten mi, acılarımızla yüzleşecek cesaretimizin olmamasından mı? Bilmiyorum. Mübadele gerçeğimiz; yaşamakta olduğu evde varlığının rahatsızlık verdiğini hissettiği hâlde komşuların kapısını çalamayan, sofraya ailesiyle oturmayıp yemeğini mutfak köşelerinde gizli saklı yiyen, hep orada ve o insanlarla birlikte soluk alsa da görmezlikten gelinen, yokmuş, daha doğrusu, hiç doğmamış gibi kendisine davranılan üvey evladımız bizim…
Üç yaz evvel gittiğim Midilli Adası’nın merkezindeki tarihî kafe Panellinion’un duvarlarındaki, adanın mübadele geçmişine dair dev siyah beyaz fotoğraflar aklıma geliyor sonra. Bir tanesinin üzerindeki tarih geçiyor gözlerimin önünden: 15/12/1905… Ada’nın, henüz Osmanlılara ait olduğu zamanlar… Limana akın etmiş bir dolu insan var bu fotoğrafta. Ve kayıklar, kayıklar, kayıklar… Fotoğrafın hemen altında da Fransızca bir yazı: “Excursion de Comité de l’assistance mutuelle”… Ve beynimde bir kez daha beliren “Tarihle nasıl yüzleşilir?” sorusu… Tarih olmuşsa bile hâlâ soluk alıp veren tarihin, sadece müzelerde konakladığını sanıyor olmanın o dayanılmaz yanılgısı dağlıyor yüreğimi gene. Sonra, Midilli’deki muhteşem rehberimiz, aynı zamanda da devlet resmî tercümanı Aris Lazaris’ten günlerce dinlediğimiz, Ada’ya ve bizim tarafa dair mübadele hikâyelerini güncelliyor beynim. O hediyelik hayatlar, Türk-Rum aşkları, çileli dostluklar, darmadağın olan akrabalar canlanıyor zihnimde. Bir Türk zabitle evlendirilen ve Rum kökenini yıllarca saklayan genç kadının, yaşlanıp Alzheimer’a yakalandıktan sonra bir sabah uyanıp tamamen Rumca konuşmaya başlamasıyla neye uğradıklarını şaşıran evlat ve torunlarının öyküsünü gözleri dolarak; Atatürk’ün Maliye Bakanı Fuat Ağralı’nın Midillili olduğunu gururlanarak bize anlatan Aris…
İlber Ortaylı’nın şöyle bir sözü vardır: “Dünyada hiçbir göçmen geldiği memleketi tamamen sevemez, eskisini özlemeye devam eder. Bu bir kuraldır. Ağaçlıklı ev verilen, Memleketteki ağacım daha gölgeliydi, der.” Mutluluk; “bütün özlemlere, bütün isteklere eksiksiz bir biçimde ve sürekli olarak erişilmekten duyulan kıvanç durumu” ise şayet, bu insanlar mübadeleden sonra hiç mutlu olmadılar, hiç…
Yeni bir ülke bulamazsın,
başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın.
Aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma –
Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada,
bu köşecikte,
öyle tükettin demektir
bütün yeryüzünde de.*
*Şair: Konstantinos Kavafis (1863 – 1933) / Çevirmen: Cevat Çapan (1933 – )
(Bu blog yazısı; çevrim içi aylık kültür, sanat ve edebiyat dergisi “Mikroscope”un 14. sayısında da yayımlanmıştır.)
Acının Sepya Rengi | Mikroscope (mikro-scope.com)
1974, Ankara doğumluyum. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden 1997 yılında, İstanbul Üniversitesi İspanyol Dili ve Edebiyatı bölümünden ise 2018’de mezun oldum. Yüksek lisansımı Eğitim Yönetimi ve Denetimi alanında yaptım. İngiltere, İspanya ve Arjantin’deki çeşitli dil okullarında eğitim aldım. 2017 yılında Cambridge Üniversitesi’ne giderek İngiliz edebiyatının farklı dönemleriyle ilgili derslere katıldım. Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından düzenlenen editörlük, düzeltmenlik ve lektörlük programlarını tamamladım. 2001’den beri öğretim görevlisi olduğum Marmara Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulundaki görevimi sürdürmekteyim. Ayrıca, üç Javier Cercas romanına ve Mary Renault tarafından kaleme alınan “Büyük İskender Üçlemesi”ne emek vermiş bir çeviri editörüyüm. Kurucusu olduğum Kitap Kurtları Kulübü ile ilgilenmeyi ve gerek kendi edebiyatımızdan gerekse dünya edebiyatından isimlerle yaptığım röportajları, yazdığım denemeleri blogumda paylaşmayı seviyorum.
Kendimle ilgili, öz geçmişimde yer alan nesnel bilgiler bunlar. “Ben kimim?” sorusuna vereceğim öznel cevaplarım ne derece doğru olur, taşıdığım etiketlerin kaçını burada bir çırpıda sıralayabilirim, bilmiyorum. Dolayısıyla sadece şunu ekleyip konuyu kapatmayı yeğliyorum: Okumayı, yazmayı, araştırmayı, öğrenmeyi, sorgulamayı, seyahat etmeyi seviyorum ve bazı insanlara rağmen hâlâ “insan” kalmaya çabalıyorum.
32 Yorum
Mübadelenin darmadağın ettiği yaşamların, arkasında kalan çok büyük bir enkazın örneğini, Kayaköy fethiye’de de gördüm,oraya gittim de hep içim acıyarak gezerim.
Bu katmanlı coğrafyanın yakın döneminden çekip çıkarılmış , bir çoğumuzu şu veya bu şekilde içine alan , dokunaklı bir yazı.
Kalemine sağlık kardeşim.
Mübadele diyince içim düğüm düğüm olanlardanım ben de. Çok kalın bir sessizlik perdesi vardır bizim ailede bu konuyla ilgili. Hiçbir hikaye yok dağarcığımda malesef. Bilinçdışı birikimler hep peşimde ama aralanmayı bekliyor. Senin bu yazın çok derinlere dokundu. Dönüp dönüp okuyacağım harika bir farkındalık yazısı oldu. Aşk ile aksın kalemin her daim.
Nasıl guzel bır anlatımm… Gec okuyabıldım.. Hatırla Mıdıllı ‘yi yazarken keske sızı tanısaymısım dedım.. O kadar cok paylasacak seyler var ki hala, bir daha ki yaza bekliyorum sizi .. sevgılerımle kucaklıyorum
Benim gibi Ege kıyılarında yaşayıp adaları sık sık ziyaret ediyorsanız mübadele öykülerini bilmemeniz mümkün değildir. Yaz mevsimi boyunca yakın adaları her ziyaretimde karşıma mutlaka bir gecede bavulunu toplayıp apar topar memleketini terk etmek zorunda kalan bir amca bir teyze bir nine çıkar.Bir gün evvel düğünü olduğunu çeyizlerini bile bırakıp Sakıza geldiğini anlatan teyzenin bunca yıl sonra bile yanaklarından süzülen iki damla yaş beni de ağlatmıştır.
Çok güzel konuları kaleme almışsınız.Keyifle okudum
Doğanın dengesindeki hikmeti bilseydik keşke.. Bilgisizce ve ön yargıyla yaklaşıp talan etmeden onca güzelliği.. İncirin zeytine ablalık ettiği gibi keşke göç edilen şehirlerde de böylesi şevkat zengini ortamlar olabilseydi yüreklere su serpecek..Oldu belki de.. Kim bilir.. Ama ana yurdun yerini kim ya da ne tutabilir ki!? Mümkün mü..!!!
Yaşatarak bilgilendirdiğin, taa derinlere işlediğin o duygular var ya.. Hepsini hücrelerimizde hissediyoruz okurken Çiğdem can.. Kalemin hep dolaşsın diyar diyar..
.
Tarihle yüzleşmek gerekli ve önemli gerçekten. Çünkü yaşanacaklar yaşananların yansıması aslında. Olaylar biraz şekil değiştirse de temel hep aynı. İnsan yazlığına gittiğinde yaşadığı evini, kışın ise yazlığını özlemiyor mu? Bir de düşün ki kendi isteğinle yaptığın şeyler bunlar. Bir de zorunda bırakılmak çok ağır gerçekten.
Yine harika bir yazı olmuş Çiğdem’ciğim, bir solukta okudum. Zeytin ağacı, incir ağacı, kahve ve mübadeleyi birlikte ne güzel harmanlayıp anlatmışsın, emeğine sağlık canım…
Ah Çiğdem’ciğim yine harika bir anlatımda yüreğimi dağladın . Mübadele deyince hep canım babamı hatırlarım; göçmen bir babanın kızı olarak ve tüm bu anlattıklarını bir de noktaladığın şiirle bitirmen ah dedirtti bana. Hep dediğim gibi güzel gönlüne , fikrine , sana bunları yazdıran dünyana sağlık
İnsan her gün bir şeyler öğreniyor, bir şeylere tanık oluyor. Ama bu sefer hiç düşünmediğim, düşünemediğim bir yerden geldi. Gerçekten harika! Gerçekten çok güzel bir konu! İçerik bakımından tadına doyum olunmuyor. İyi ki yazdınız. İyi ki bu yazıyı okumama vesile oldunuz. Çok teşekkür ederim Yeni ve özel konuları içeren yazılarınızı sabırsızlıkla bekliyorum. Kaleminiz kuvvetli, ömrünüz bereketli olsun! Sağlıcakla kalın…
Eskilere gittik be hocam. Tarihi yaşattınız resmen. Kaleminize sağlık
Yine beni benden aldın sevgili Çiğdem. Muhteşem dokunuşun ve yüreklere saldığın hissiyat için teşekkürler, kalemine yüreğine sağlık.
Eline kalbine sağlık Çiğdem.
Zeytinliklerdeki incirlerden mücadeleye… Yine her zamanki gibi “niye bitti ki” dedirten, farklı duyguları yaşatan, muhteşem bir yazı. Ellerine, kalemine sağlık Kübra’cigim.
Kaleminize, yüreğinize sağlık hocam. Keşke tarih daha fazla anlatılsa ve bu yönleri de bizlere daha fazla gösterilse. Tüylerim ürperdi.. O zamanı dışardan izler gibi oldum . Ege tatili sonrası bu yazıyı okumakta sizin kaleminizde herşeyi tekrar gözümün önünden film şeridi gibi geçirtti . Anlatın bize hocam, daha çok anlatın ve hep Daim olun
Yine muhteşem bir yazı olmuş,kalemine,o kocaman yüreğine sağlık. Sayende,bize bir satır okutulan tarihin acı gerçeklerini; yüreğimize dokundurup,öğrenmemizi sagliyorsun. Tarihinde tozlu sayfalarında karanlıkta kalmış, geciştirilen, gölgede kalan nice yaşanmışlıklar gün yüzüne cikiyor..
Çiğdem’ciğim benim hem anne hem baba dedemler mübadele ile gelmiş ailelerdi. Anne dedemi ben hiç göremedim ama babamın tarafını özellikle onun anlattığı olaylarla çok iyi öğrendim. Gerçi o Türkiye’de bir müddet sonra dünyaya gelmiş. Ama benim çocukluk hafızama kazınan dedemin sahip olduğu zeytinliklerde. İncir , badem ağaçları ve üzümlerini küsmen hatırlarım. Rahmetli babam hepsine bayılırdı ve bize zeytinliklerdeki kardeşleriyle geçirdiği anılarını çokça anlatırdı. Ondan pek çok şey öğrenmişimdir. Ama yazınla hiç öğrenmedipim zeytin , incir ilişkisini öğrendim. Teşekkür ederim. Sevgiler
Mübadele kelimesini okuduğum an bir hüzün çöker yüreğime.Koklerimin çektiği sıkıntılar ,geride bıraktıkları, hiçbir zaman unutamayacaklari, ait olduğu yerin guzelliklerini, artık ancak rüyalarında göreceklerdir hüznü, sarar ruhumu.Insanlar ne çilekeş….Harika bir anlatiminla mübadele acisi ,yine gönlüme ,yağmur damlaları oldu ,islattin beni Çiğdem Çiçeğim.Atalarimin yaşadığı mücadelenin, artık Gökkuşağına kavuşmuş torunları olarak, gururlarini yasiyorsak da, cektikleri zorluklar, hep yuregimizi daglayacaktir.Zeytin ve İncir Onların bize emanetidir.Kalemine saglik ,emegine saglik,her yazında olduğu gibi bu yazın da daha da etkilenmis olarak sarsildım.Kaleminin mürekkebi kurumasın canim.Harikasin.Yazilarinda alıp götürüyorsun bizi ,okumuyor, yaşıyoruz sanki…. Kutluyorum.
Yüreğimin tam ortasına dokunmuşsun Çiğdemcim.İlle de vatanım diyenlerdenim ben de
Böyle bir kaderi yaşamak çok acı gerçekten.Özünün geldiği toprakları,kültürü,seni sen yapan herşeyi oracıkta bırakıp, başka birinin evinde yaşar gibi hüzünle yaşamak…En güzel tatillerde bile iki oda evimizi özler, yuvamıza kavuşunca derin bir huzur bulmazmıyız?
Kalemine gönlüne sağlık her zamanki gibi Çiğdem’cim.
Mübadele ilgili bir roman okumuştum,gerçek bir hikâyeydi.Ah keşke adını hatırlayabilsem..Adı olmasada hikaye aklımda,okurken çok duygulanmıştım,gözlerim yaşarmıştı..Aynı duyguyu yaşadım yine,yüreğine sağlık..
Hep içimi acıtır mübadele hikayeleri Yaşar Kemal’in Bir Ada Hikayesi dörtlüsünü okuduğumdan beri. Yazın da beni aynı şekilde etkiledi.
Tekrar olacak belki ama, dilini seviyorum, okurken yaşıyorum ve daha fazlasını bekliyorum. Çok da beklemek istemiyorum, eminim tek bekleyen ben değilim.
Bazen herkesin düşündüğü memleketten uzakta yaşamak, özlem ve buruk duyguları derinde yaşadım sepya rengiyle kaleminize sağlık
İncir ve zeytin ağacı ile mübadele dramı. İnsana, doğaya dair duygu yüklü bir yazı. Eline, yüreğine sağlık Çiğdem…
Şiir, çarptı beni! En az bu güzel yazı kadar!
Midilli’de konuştuğum, gözleri buğulanan kaçıncı nesil halâ gurbeti yaşıyordu. Nasıl da üzüldüm oradayken…
Ne kadar dram barındırıyor gerçekten tarih ve dediğiniz gibi tartışamıyoruz bile. Sanırım en büyük acılardan biri de bu.
Kaleminize sağlık yine çok verimli bir yazıydı ❤️
Bülbülü altın kafese koysan illa da vatanım dermiş değil mi zor yaşamlar.incir zeytin dostluğundan yine yüreğimizi burkan yaşanmışlıklar ne güzel dökülmüş kaleminden sen hep yaz arkadaşım yüreğine sağlık bilgilerini bizimle paylaştığın ici çok şanslıyız. Teşekkürler
O kadar farklı yerlere kol atmaya çalışıyor ki yüreğim aklım yaşamak için ama memleketimin suyu mudur toprağı mıdır durduruyor hep. Kübracım çok dramatik bir olay mübadele işi zorunluluk var ağıt var sevdalıyı terk var bilinmeyene gidiş var çok acıttı yürekleri.
20 Temmuz 2022
O Hediyelik hayatlar. Türk – Rum aşkları ailevi dostluklar, darmadağın olan akrabalar.Kendi Vatanının topraklarında büyüyenlerin başka Ülkenin topraklarında yaşamak elbette ki zor. Bülbülü altın kafese koymuşlar illa’ki vatanım demiş. Bir nevi esaret gibi. Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin, başka bir şey umma,bileceğin gemi yok,gideceğin yol yok. Özgürlükleri elinden alınmış insanlar. Dünya kurulduğundan beri vardı, hep var olacaklar. Yüreğinize, duygularınıza, kaleminize sağlık hocam. Tebrik ederim bu güzel dizeleri.Huzurlu akşamlar diliyorum sevgilerimle.
Offf, Çiğdemciğim! Öyle içime işledi ki bu yazın, nasıl zihnime tokat etkisi oldu mübadele yine! O insanların aidiyet hislerinin nasıl örselendiğini öyle güzel anlatmışsın ki, zeytin ve incir hikayesindeki dayanışma ile de bağlantılayarak! Yüreğine ve kalemine sağlık arkadaşım! İçime doldu o yaşamlar resmen! Annemler de ailesi ile Yugoslavya/Makedonya’dan annem 10 aylıkken, 1930’da mecbur kalıp kendi şartlarıyla göçetmişler, önce gemiyle Samsun’a, birkaç sene sonra memuriyete girip Anadolu’nun Doğu illerine… Ama hep yarım hissetmiş olabileceklerini, şimdi senin yazını okuyunca sayendeidrak edebildim, sağol Çiğdemciğim!
İnsanı ister istemez, yaşarmişçasina o günlere götürmek bu olsa gerek…
Kalemine ve yüreğine sağlık Çiğdem’ciğim
Okurken; aynı incir ağacının altında oturdum, aynı ılık rüzgar geçti ve aynı düşüncelere dalmış gibi hissettiğim yine harika bir yazı olmuş.