
Kolombiyalı yazar Gabriel García Márquez’in, İspanyolca adıyla “Crónica de una muerte anunciada” yani “İşleneceğini Herkesin Bildiği Bir Cinayetin Öyküsü” isimli romanı bizde niçin “Kırmızı Pazartesi” adıyla basılmıştır, bilmiyorum ancak daha önemlisi; kitabın konusunun, ülkemizin genel havasına şaşırtıcı derecede nokta atışı yapmış olmasıdır: Kendi hâlinde, sessiz bir kasabada yaşayan herkes; işlenecek bir cinayetten haberdardır. Hatta romanın ilk cümlesiyle yazar, kimin ne zaman öldürüleceğini bile okuyucusuyla paylaşır ancak eserdeki hiçbir karakter bu cinayeti engellemek için parmağını dahi kıpırdatmaz ve kaderin, ağlarını örmesine seyirci kalır.
Sakin bir Ege kasabasına tatile gitseniz de -vurdumduymazlığı fıtratından, mutluluğu cehaletinden kaynaklanan biri değilseniz şayet- memleketin kadim tarihiyle yaşıt, kadim dertlerinden kurtulamıyorsunuz maalesef. Gazeteye dokunmamak ve televizyonun kumandasını elinize almamak, olan bitenden mahrum bırakmıyor sizi, akıllı telefonunuzu denize fırlatıp atmadıysanız tabii! Hastanelerinizde doktorlarınızın, adliyelerinizde avukatlarınızın, sokaklarınızda kadınlarınızın, cennet beldelerinizde ormanlarınızın ortadan kaldırıldığına, masum hayvanlarınızın işkence gördüğüne tatildeyken bile dakikasında şahit oluyor ve bu haberlerin devamının geleceğini de pekâlâ biliyorsunuz. Şanlıurfa’daki hastanede kendisine saldıranların serbest kaldığını öğrenen bir doktor; o adliyelerden birinin önünde, diplomasını yırtarak mesleği bıraktığını haykırıyor. Bir “Kırmızı Pazartesi” karakterinden hâllice, her şeyi öngörüyor ancak hiçbir şey yap(a)mıyorsunuz. Koca bir alev topu çörekleniyor göğsünüzün üzerine gene. Azıcık serinlemek için süpermarketten birkaç saat önce satın aldığınız “yarım” karpuzu buzdolabınızdan çıkardığınızda bu topraklarda sekiz bin yıldır tarımla uğraşıldığına inanasınız gelmiyor içinizden. Buruk bir tebessümle, yüreğinizdeki yangının neden giderek büyüdüğünü ve söndürülemez bir hâl aldığını anlıyorsunuz sonra: Bu b.ktan dünya karşısında, aslında bir “Kırmızı Pazartesi” kahramanısınız siz. Acziyetiniz, körüğü olmuş ateşinizin. Elinizden bir şey gelmiyor.
Bütün bunları düşündükten az sonra, rüzgârının yine püfür püfür estiği bir Foça akşamında ve asmaların hemen altında, Ataol Behramoğlu şiirlerini, bizzat şairin ağzından dinlerken buluyorsunuz kendinizi. Edebiyatın ilaç gibi mucizevi bir etkisi yok belki; şiirleri, öyküleri, romanları hap gibi yutmak hayata sihirli değnek gibi de dokunmuyor ama birilerinin, hiç tanışmadığınız ve de yakinen tanımadığınız insanların sizin gibi hissetmeleri; hayata kafa tutmanızı kolaylaştırıyor ve yüreğinizdeki “Yalnız değilmişim,” duygusunu tetikleyip sizi güçlendiriyor:
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Boynu bükük ayçiçeği
Şiirin ve aşkın geleceği.
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Dağ rüzgârı, portakal balı
Alçakgönüllü, hünerli, sevdalı.
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Yazgısı kara yazılmış gelin
Kurumuş sütü memelerinin.
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Harlı bir ateş gibi derinde yanan
Haramilerin elinde bunalan.
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Güngörmüş, bilge toprağım
Yunus, Pir Sultan ve Nâzım.
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Bozlak, ağıt, halay ve zeybek
Dumanı üstünde ekmek.
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Yüzü kırış kırış anam
Ağlayan narım, gülen ayvam.
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Asmaların üstünde gün ışığı
En güzel geleceğin yakışığı.
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Zinciri altında kımıldayan
Bitecek sanıldığı yerde başlayan.*
“Bitecek sanıldığı yerde başlayan…” Buram buram umut kokan, bundan daha güçlü bir dize olabilir mi? Söyleşinin devam ettiği mekânda şarabımı yudumlarken Behramoğlu’nun ezberinden okuduğu şiirleriyle, serin bir denizde kulaç atıyormuşum hissine kapılıyorum. Sonra, gece yarısına ramak kala, o Arnavut kaldırımı sokakta, beni evime götürecek olan dolmuşa doğru giderken şairin -Türkiye’nin epey yorduğu ancak hayallerini yok edemediği o görmüş geçirmiş adamın- dizeleriyle aşıyorum gene, yüreğimde yükselmiş umutsuzluk dağlarını:
Ve hayat yürüyor durmamacasına
Ön safta yeni çocuklar var şimdi
Yeni aşklar, yeni sevinçler, yeni coşkular yaşanmakta*
Edebiyat,
Bir büyüsün sen… Ve iyi ki hayatımızdasın…
Eski Foça, 19 Temmuz 2022
* Ataol Behramoğlu (1942 – )
(Bu blog yazısı; çevrim içi aylık kültür, sanat ve edebiyat dergisi “Mikroscope”un 15. sayısında da yayımlanmıştır.)
Acziyet, Umut, Edebiyat | Mikroscope (mikro-scope.com)
1974, Ankara doğumluyum. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden 1997 yılında, İstanbul Üniversitesi İspanyol Dili ve Edebiyatı bölümünden ise 2018’de mezun oldum. Yüksek lisansımı Eğitim Yönetimi ve Denetimi alanında yaptım. İngiltere, İspanya ve Arjantin’deki çeşitli dil okullarında eğitim aldım. 2017 yılında Cambridge Üniversitesi’ne giderek İngiliz edebiyatının farklı dönemleriyle ilgili derslere katıldım. Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından düzenlenen editörlük, düzeltmenlik ve lektörlük programlarını tamamladım. 2001’den beri öğretim görevlisi olduğum Marmara Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulundaki görevimi sürdürmekteyim. Ayrıca, üç Javier Cercas romanına ve Mary Renault tarafından kaleme alınan “Büyük İskender Üçlemesi”ne emek vermiş bir çeviri editörüyüm. Kurucusu olduğum Kitap Kurtları Kulübü ile ilgilenmeyi ve gerek kendi edebiyatımızdan gerekse dünya edebiyatından isimlerle yaptığım röportajları, yazdığım denemeleri blogumda paylaşmayı seviyorum.
Kendimle ilgili, öz geçmişimde yer alan nesnel bilgiler bunlar. “Ben kimim?” sorusuna vereceğim öznel cevaplarım ne derece doğru olur, taşıdığım etiketlerin kaçını burada bir çırpıda sıralayabilirim, bilmiyorum. Dolayısıyla sadece şunu ekleyip konuyu kapatmayı yeğliyorum: Okumayı, yazmayı, araştırmayı, öğrenmeyi, sorgulamayı, seyahat etmeyi seviyorum ve bazı insanlara rağmen hâlâ “insan” kalmaya çabalıyorum.
28 Yorum
Ülkenin kötü olan ve daha da kötü hale gidecek olan bu içler acısı durumunu çok güzel kaleme almışsınız Çiğdem hocam. Maalesef insan ya ölürüm ya da daha kötü şeyler yaşarım korkusuyla bana dokunmayan yılan bin yaşasın fikrine bürünmüşler. Ülkedeki hayat şartları… Elinize, emeğinize sağlık
Yazıların tam da değerini en iyi hissedeceğim anlarda okumanın gururu ve seninle karşılaşmış olmamın mutluluğu var içimde Can’im Arkadaşım
Edebiyat umuttur tabii. Bu topraklarda acılar, haksızlıklar hep edebiyat sayesinde hayata tutunmuştur. Kalemler daha güçlü, ritimler hep daha hayat dolu, çarpıcı olmuştur. İlhamı bol toprakların renkli tutkulu silahşörü Çiğdem’ciğim. Kalemine sağlık.
Canım ne guzel ifade etmişsin ülkenin icinde olduğu durumu hep ikilem icinde bir yanım mutlu olurken diğer
yanım ülkem için canlılar için üzülüyor sen çok güzel anlatmissin zevkle okudum kalemine sağlık.
Yine gündemi edebiyatın ağları ile örmüşsün kalemine sağlık
Çiğdem’ciğim yine yüreklere dokunan bir yazı, eline sağlık. Nazar öldürülecektir, kendisi de bunu bilir, Nazar bir şey yapmış mı, yapmamış mı belli değildir, ama toplum bunu engelleyemez, o toplumun bu duruma bakışı( bizde ki gibi, namus cinayetleri gibi), o suçun toplumda haklılık payı varsa, o toplum buna niye izin veriyor? Tıpkı üç maymun gibi, görmedim, duymadım, bilmiyorum. Bizim toplumumuzda böyle işte ne yazık ki? İçimiz acıyor, ülkemizin bu haline. Güzel yazılarını bekliyoruz yine.
Sevgili Çiğdem, yine çok vurucu bir yazı almışsın kaleme. Okuduğumda “yalnız değilmişim” düşüncesini hissettirdi bana. Aynı zamanda, güzel ülkemizin nasıl can çekiştiğini ve bizlerin ne kadar çaresiz olduğunu da kalbime doğru atılmış bir yumruk gibi hissettim. “Bitecek denildiği yerde başlamak” düşüncesine sarılıp, umudumu tazelemeye ihtiyacım var. Bir yaraya parmak bastığında, acının yanında tuhaf bir rahatlama olur ya, işte öyle bir yazı olmuş.
Kalemine sağlık…
Bazen o kadar yoruyor ki umudu kaybetmemeye çalışmak. Nereden başlasan bilemiyorsun çünkü başlayacak tâkat de yok. Bir kıvılcım, bir parıltı ya da omuz verecek bir güç bazen yetiyor o yorgunluğu görmezden gelmeye … Aynen senin de anlattığın gibi.
Çok zor ama hayatî öneme sahip ‘umudu kaybetmek’.
Senin yazılarındaki bu olayları bağlama orgüsüne bayılıyorum. Yine çok leziz bir yazı olmuş.
Küçük tatil kasabasında keyifli zaman geçirmek yerine içinde bulunduğumuz zorlukları ne de güzel yazmışsın. Ama umudu kaybetmeden olağanüstü bir anlatımın var canım. Yazdıkların kısa ama o kar çok şey içeriyorki… Okuyup bitirdiğimde hep keşke bitmeseydi duygusuna kapılıyorum. Bir defa daha eline yüreğine sağlık. İyiki yazıyorsun, sevgiler
Çiğdem yine müthiş , insanın içine içine işleyen anlatımınla öyle güzel dokunuşlarla göstermişsin ki her şeyi ellerine , yüreğine sağlık
Bir “Kırmızı Pazartesi” hali çöküvermiş üstümüze, dünyadaki zamanımızı pervasızca ziyan ediyoruz… işte tam da bu halimizi idrak ettiren, olabildiğince zarif ama bir o kadar güçlü bir tokat gibi yazı sevgili Çiğdem…
Her zamanki gibi iyi ki yazmışsın, yüreğine, kalemine sağlık!
Belki 50 – 100 sayfalara anca sığarak anlatılabilecek bu düşüncelerin net bir anlatımla yüreklerimize dokunmasıyla şahane bir yazı daha! Ve ne kadar net ifade etmişsin; ‘ Vurdumduymazlığı fıtratından, mutluluğu cehaletinden kaynaklanan ‘… İşte bu milyonların içinde biz, olan biteni görüyor, kalbimiz acıyarak napabiliriz diye çırpınıyorken onlar; tatil beldelerinde etrafı silme kapalı kiraladıkları lüx villalarda sadece tıka basa market ürünleri önlerinde yiyerek, çöpünü sokağa atarak, dağ başındai ise villa, karanlıkta yürüyüş yaparken tedirgin gibi de olan, kucağına da dinini sıkı sıkı sarmalayarak ömürlerini sürdürüyorlar! Bu villaları hazırlayanlar ise işini yaptırdıklarına, duymak istediklerini süsleyerek hatta tiyatral anlatıp ardından çekilenler! Ülkenin diğer noktalarından doğa ve köyleri ellerinden alınanların yardım çığlıkları!
Çocukluğumda çok yaşlı bir nene derdi ki; dağlardan denizlerden elmaslar, tatlı yemekler, gökyüzünden ışıklar dolacak buralara. Ama insanlar boğulup yok olacak’ … Hepimizin idrakında olduğu dağı taşı bal olan bu memlekette bizler boğulmadan ancak işte edebiyat iksiri ile birbirimizin ellerini bulup tutacağız, derim. ” Bitecek sanıldığı yerde başlayan” …
“Acziyetiniz körüğü olmuş ateşinizin. Elinizden birşey gelmiyor..” Bu çok kuvvetli ifadenin vücut bulmuş zombileriyiz çoğu zaman.. Taa ki umut bulutlarından yağan yağmur tanelerinden birkaçı bize isabet edene kadar.. Çoğu zaman damlalar denizine bürünüp, coşkuyla akmak isteyen bir deli nehir coşkunluğu var içimde.. Umudun pençesinde..
Elden birşey gelmiyor evet maalesef ama iyi ki dünya çocuklar için dönüyor,iyiler iyilikler için dönüyor diye romantik düşüncelere inananlar var,iyi ki kitap,şiir,sanat sevenler,sevgi saygı içine işleyenler var ve senin gibi böyle çok güzel yazanlar var.
Seviyorum seni ve yazılarını❤️
Kıpkırmızı bir Türkiye’nin evlatları olarak , Üstad Behramoğlu’nun muhtesem dizelerinde kendini, geçmişini , belki de geleceğini görememek körlük olur , dıye düşündüm .. Yine olağanüstü bir yazıyla beni benden aldınız şu sıcak Ağustos siestasına başlamak üzereyken.. Varolun..
Umut hep var. İyi ki de var. Çok güzel yazmışsınız yine. Kaleminize, yüreğinize sağlık…
Edebiyat böyle birşey işte. Gene güzel yurdumun problemleri anlatılıyor ama umut dolu ve rahatlatıcı
Ülkemizin yaşadığı durum ortada.Fakat bunları senin cümlelerinde okuyunca içim daha çok ürperdi.Hissederek okudum.Üzücü ama çok güzel yazıya döktün Çiğdemcim.Çok etkilendim
Sevgili Çiğdem,
Yine her zamanki gibi bizi derinden etkileyen, zaman zaman maalesef ülkemizin bulunduğu bu ortam içerisinde içimizi karartan, ancak hemen arkasından mücadele ruhu ile bezenmiş gençlerimiz ve yaş almış olmasına rağmen genç kalabilmiş insanlarınızın inancı ile gelecek için umut aşılayan yazılarınla edebiyat ve şiir dünyası içerisinde yolculuk yaptırıyorsun. Kalemine sağlık. Enerjin, umudun, hayata güzel bakışın hiç eksilmesin.
Sevgiler..
Kalemine saglik Çiğdemcim
Yorgun umutsuz bir ülkede hala umudumuza sığınan insanlarız malesef. Ne güzel yazmış sın yine yüreğimize tam yerinde dokunarak.kutluyorum seni sen çok yaşa çiğdem hanım
Tüm yaralarımıza dokunmuşsun sevgili Çiğdem. Umarım ‘gelecek’ yurduma güzellikler getirir. Hayallerimiz ve insanca yaşam hakkımızı geri alırız hukuk sayesinde…
Kalemine ve yüreğine sağlık Çiğdem’ciğim
Öğrenilmiş çaresizlik mi denir yoksa “öğretilmiş” bir çaresizlik mi, çok emin değilim ama daha iyi günlerimizin olacağını hayal etmek bu duruma karşı pasif bir direniş gibi geliyor bana.
Ve söylemeliyim ki kurgu bir eser ile şu an içinde bulunduğumuz mevcut durum arasında böylesine isabetli bir benzerlik kurmak da herkesin aklına gelecek şey değildir. Tebrik ediyorum bir okuyucu olarak. Siz sürekli olarak yazın, biz de okuyalım canım Hoca’m.
Konunun aslına baktığımız da, şairimiz güzel yurdum, üzgün yurdum demesi lazımdı. Çünkü o kadar güzel, o kadar verimli, o kadar nadir ve değişik tür bitkilerin bulunduğu yurdumun, böyle aciz olması yürekler burkuyor. Lakin hiç kimse sözden başka bir şey üretmiyor, bir katkı sağlamıyor. O açıdan biz bu güzel yurdun kıymetini, değerini bilemiyoruz. O yüzden mahsun, o yüzden üzgün. Bir an önce titreyip kendimize gelmemiz lazım. Ayrıca böyle sorunlara, bu gibi konulara değindiğiniz için size, sizin nezdinizde bu dergiye teşekkür ederim. Saygılarımla…
Ah Çiğdemciğim, Türkiye’mizde yaşananlara, yine insanın içine işleyen ifadelerinin güçlü etkisiyle hissettirdiklerinle, öyle güzel vurgu yapmışsın ki, çaresizliğe, tekrarlanacağını bildiğin vahşetin karşısındaki yürek yangınına… Öyle derinden sarstın ki, Ataol üstadın sevgiliye çare olamayan sevdalı gibi sadece çığlık atabildiği acı ve eziyetin karşısındaki isyanını anlatan şiiriyle… Sağol varol, emeğine yüreğine sağlık… İyi ki varsın, iyi ki yazabiliyorsun, iyi ki edebiyatla serinletiyorsun, hepimizin yüreğini yakan çaresiz yangınlarımızı…
Keyifle okudum yine keşke devamı da olsaydı dedim.Kalemine sağlık.
Yazının her bölümü ile ben de acziyeti, edebiyatı, umudu (halimizi) yaşadım. Edebiyat da olmasa içimizi nasıl dökerdik! Yaşasın edebiyat(ın)!
Yine bittiğine çok üzüldüğüm daha fazla satır okumayı umduğum şahane bir yazı olmuş.Yüreğimize parmak uçlarıyla hafif hafif masaj yapar gibi kıyısından köşesinden hafif dokundurmalarla edebiyat ve şiir vasıtasıyla canım ülkemin yaralarına tuz basan ama tüm bunlara rağmen yine de umudunu yitirmeyen asla pes etmeyen motive eden ve yine tadı damakta kalan yaaa ne çabuk bitti dedirten çok keyifli bir yazı olmuş.Kalemine yüreğine sağlık