Batı giderek sadeleşiyor ve pragmatik düşünce mimariden tekstile, dekorasyondan mutfağa kadar her alanda kendini gösteriyor. Doğu ise -yaşayamadığı Rönesans ve Reform hareketlerinden mi, Aydınlanma Çağı’nı kaçırdığından mı, bilinmez- debdebe bağımlılığının zirvesini yaşıyor. Corona virüsü ile mücadele ederken, eşofman – terlik – Zoom sınırları içinde evlerimizde dingin dingin yaşayıp gidiyorduk, ne güzel (Evet, çok zor günlerdi ama dönüp de geriye bakmanın, bazen en yorucu zamanları bile romantize etmek gibi bir niteliği oluyor!)… Yasakların, belki de en güzel yanıydı bu: Görkemli nişan törenlerini, oluk gibi para akıtılan kına gecelerini, mutluluktan ziyade düğün yapıldığı için sırıtılıyormuş izlenimi veren fotoğrafları sosyal medyada görememek bir başka huzur getirmişti hayatlarımıza. Evdeki en büyük aksiyonumuz temizlik; mutfaktaki en büyük teşhir unsurumuz kendi ellerimizle yaptığımız o mis kokulu, pofuduk ekmeklerimizdi. Malum günler bitti artık ve ayranı olanların da, olmayanların da tahtırevan ile evliliğe adım attıkları törenler maalesef geri döndü.
Evlilik deneyimini yaşadım ve ayrıca, nikâh şahitliği için o masaya altı kez daha oturdum. Ailece geniş bir sosyal çevremiz olduğundan, sayısız nişan törenine ve düğüne katıldım. Konu ile ilgili küçümsenmeyecek bir bilgi birikimine ve tecrübeye sahip olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim yani. Gene de, okumakta olduğunuz yazıyı en doğru şekilde yazabilmek için internetin başına oturdum ve “sonsuza dek mutlu yaşamanın” bedelinde, salgın sonrası herhangi bir değişiklik olmuş mu, araştırmaya başladım.
Şamdanından tepsisine kadar, komple söz – nişan sunum masası seti filan yoktu bizim zamanımızda. Böyle bir tören için evlerde yapılan tek hazırlık -varsa salondaki vitrinden çıkartılan, yoksa konu komşudan tedarik edilen- metal yahut gümüş bir tepsi, onun üzerine konulan iğne oyası bir örtü, en sadesinden metal bir makas ve tuhafiyeden satın alınan kırmızı bir kurdeleydi, o kadar. Kız evinin salonunu çiçeklerle süsleyip tüllere balonlar asmak, dahası, mümkün olan her yere çiftin isimlerinin baş harflerini iliştirmek gelmezdi kimsenin aklına. Gelseydi de, “sonradan görme” veya “gösteriş budalası” damgasını yiyeceği için bu kişi böyle şeylere cesaret edemezdi sanırım.
Kına gecelerini ise çocukluğumdan beri hiç sevemedim ve de hayatım boyunca kaçabildiğim kadar kaçtım bu eğlenceden. Geleneksel kına türküleriyle gelinin avuçlarına önce kına yakılıp sonra kendisini ağlatma çabalarını her zaman sevimsiz buldum. Baba evini arkasında bırakacağı için birkaç dakika önce ağlayan gelinin ve onun ağlaması için kendilerini paralayan yakın akrabalarının, birkaç dakika sonra güle eğlene karşılıklı çiftetelli oynamalarında bir tutarsızlık vardı sanki. Eskilerin haremlik selamlık zamanları için bir tür “kadın kadına eğlence” sayılabilecek kına geceleri, tüm şatafatı ve detaylarıyla evlilik prosedürünün çok ciddi bir sacayağı artık. Gelin adayımızın nakışlı ve kabarık kesimli, geleneksel bir bindallı mı seçeceği yoksa kaftanda mı karar kılacağı veyahut en sadesinden bir kına abiyesi mi tercih edeceği dünyanın en mühim (!) kararı. Çözülmesi gereken bir başka önemli mesele (!) de, gecenin “konsepti” tabii. Bunun kırmızılı, varaklı Osmanlı versiyonu var; yeşilli, turunculu Hint esintili olanı var; iki arada bir derede kalmışı var! Sonra bunun tacı var; tepsisi var; yelpazesi, duvağı, mendili, tefi, zili, mumu, “Shakira kemeri” var, var da var!
Gelinin de, damadın da kendi hemcinsleriyle düzenlediği bekârlığa veda gecesini (hanım kızımızın aynı gece için satın aldığı, “light gelinlik” diye tabir edebileceğimiz beyaz abiye elbiseyi ve birkaç saatlik eğlence için harcanılmasında mahsur görülmeyen yüklüce parayı saymazsak) hızlıca geçebiliriz.
Düğün günü için yapılan hazırlıklar da, salgından sonra oldukça değişmiş. İnternet sitelerinde gelinlik ve damatlığı taşıyan özel tasarım askıları gördüğümde şaşkınlıktan ağzım açık kaldı: Üstlerinde gelin ve damadın isimleri ile düğün tarihlerinin yazılı olduğu askıları, bizim kuşaktan kim görse aynı tepkiyi verirdi sanırım. Düğün salonuna gitmeden önce, çiftin hazırlandığı odada kullanılan, üstlerinde “Bride” ve “Groom” yazan şampanya kadehlerine ya ne demeli? Gelinin giydiği saten sabahlığın arkasındaki, özentilikten gene yıkılan o “Bride” kelimesi (Şunu “Gelin” yazsaydınız bari! Hayır, sanırsın ki, gelin odasının dört bir yanı Türkçeyi hiç bilmeyen yabancı davetli kaynıyor ve bu davetliler gelinin kim olduğunu bir türlü anlayamıyor!), ah o “Bride” kelimesi… “Best Day Ever” baskılı parmak arası gelin terlikleri… “Team Bride” logolu, üçlü nedime sabahlıkları… Şunun şurasında iki üç gece evvel avuçlarına kına yaktırıp halay çeken hanım kızlarımız bunlar değildi sanki! Öyle bir kopuş Doğu’dan… Batılıdan çok, öyle bir Batılı olma durumu… Düğün esnasında gelin kızımızın vücudunu tüm görkemiyle saran “esas” gelinliğin, “vur patlasın, çal oynasın” vakti geldiğinde göbek atmaya daha uygun alternatifiyle değiştirildiğini ve ayrıca, unutulmayacak bir düğün için romantik çiftimizin günlerce aldığı onca dans dersinin, ruhsuz bir tavırla mekanik figürler sergilemelerinden başka hiçbir işe yaramadığını hesaba katmazsak eğer, gençlerimizin EN SONUNDA evlendiğini müjdeleyebiliriz, hayırlı olsun.
Son olarak, tüm gelin adaylarımıza naçizane bir tavsiye: Düğünün ertesi sabahı, “Sabah kahvaltıda, çay kaşıklarının sesi birbirine karışıyorsa bu, mutluluğun sesidir,” yazılı çiçekli kâğıt peçeteleri sofranıza koymazsanız evliliğinizin daha ilk günü mutluluğunuza gölge düşürebilir, istikbalinizle oynayabilirsiniz, benden söylemesi! Hem zaten masrafa girmişsiniz gireceğiniz kadar, bir paket kâğıt peçetenin lafı mı olur yani? Riske girmeye hiç değmez valla!
“Her genç kızın rüyası, Zetina dikiş makinası” devrinden günümüze… Yaşamım boyunca edindiğim en büyük tecrübe; şaşaa ile mutluluğun (çoğunlukla) ters orantılı olduğu ve “az”ın aslında “çok”u, sadeliğin ise asaleti temsil ettiğidir. Bir de, yeni gelinlerimize şunu sormadan edemeyeceğim: Kızınız için gelinliğinizi saklayacak olsaydınız, bu hangisi olurdu: Bekârlığa veda ettiğiniz gece giydiğiniz “light” gelinlik? Düğünde giydiğiniz “esas” gelinlik? Yoksa “after wedding” için rahat olsun diye satın aldığınız, minimal tasarımlı gelinlik? Sahi, hangisini yıllarca ve büyük bir özenle saklardınız siz? Eleştirdiğimden filan değil, cevabı gerçekten merak ettiğimden soruyorum bunu.
21 Kasım 2022 Pazartesi
(Bu blog yazısı; çevrim içi aylık kültür, sanat ve edebiyat dergisi “Mikroscope”un 18. sayısında da yayımlanmıştır.)
Gelin Olmuş Gidiyorsun | Mikroscope (mikro-scope.com)
1974, Ankara doğumluyum. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden 1997 yılında, İstanbul Üniversitesi İspanyol Dili ve Edebiyatı bölümünden ise 2018’de mezun oldum. Yüksek lisansımı Eğitim Yönetimi ve Denetimi alanında yaptım. İngiltere, İspanya ve Arjantin’deki çeşitli dil okullarında eğitim aldım. 2017 yılında Cambridge Üniversitesi’ne giderek İngiliz edebiyatının farklı dönemleriyle ilgili derslere katıldım. Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından düzenlenen editörlük, düzeltmenlik ve lektörlük programlarını tamamladım. 2001’den beri öğretim görevlisi olduğum Marmara Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulundaki görevimi sürdürmekteyim. Ayrıca, üç Javier Cercas romanına ve Mary Renault tarafından kaleme alınan “Büyük İskender Üçlemesi”ne emek vermiş bir çeviri editörüyüm. Kurucusu olduğum Kitap Kurtları Kulübü ile ilgilenmeyi ve gerek kendi edebiyatımızdan gerekse dünya edebiyatından isimlerle yaptığım röportajları, yazdığım denemeleri blogumda paylaşmayı seviyorum.
Kendimle ilgili, öz geçmişimde yer alan nesnel bilgiler bunlar. “Ben kimim?” sorusuna vereceğim öznel cevaplarım ne derece doğru olur, taşıdığım etiketlerin kaçını burada bir çırpıda sıralayabilirim, bilmiyorum. Dolayısıyla sadece şunu ekleyip konuyu kapatmayı yeğliyorum: Okumayı, yazmayı, araştırmayı, öğrenmeyi, sorgulamayı, seyahat etmeyi seviyorum ve bazı insanlara rağmen hâlâ “insan” kalmaya çabalıyorum.
13 Yorum
Arkadaşım yine çok güzel, çok özel, harika bir konuya değinmişsin. Biz hep hayatın yanlış tarafına bakarak yaşıyoruz. Halbuki yaptığımız yanlışların çilesini sonra biz çekiyoruz. Bu yanlışlıklardan dönmek ümidiyle. Kalemine, eline, gönlüne sağlık. Yeni yazılarını sabırsızlıkla bekliyorum.
Sevgili Çiğdem, 50 yıl önce ne kadar sade evlenmişiz. Hele nişanımız. 2 kişi öğle yemeği.. aileler evde. tek tek biz evlere gitmiştik…Bu törenleri anlamıyorum ama en çok yurt dışından ithal özentileri anlamıyorum…Anadolu’da yaşadım, bazı adetleri bana gereksiz gelirdi ama hepsinin altında bir güzellik olduğunu öğrendim. kısacası, gösterişe katılmıyorum, yerel adetieri de devre dışı bırakmıyorum…..
Çiğdemcim herşeyi çok iyi gözlemleyip yazıya dökmüşsün.Hep gereksiz bulduğum şeyler.Batı özentisi ile doğu kültürü karışımı eğlence anlayışı.
Kafaların batılılaşması lazım ilk önce
Kalemine sağlık
Merhaba çiğdem hocam. çok güzel bir konu. Keşke herkes okuyabilseydi. Fikirlerini değiştirirlerdi bel ki. Bence de çok saçma gelenek mi desem bilemiyorum . Ya da İnsanlar şaşaayı seviyor. 53 yıl önceydi Davetlilerin huzurunda sade bir törenle evlendim .Düğün istemedim. Kızımda aynı şekilde . Ne o hayır yapar gibi yemekli davetler. İnsanları memnun etmek çok zor. Yerler ,içerler birde arkanızdan konuşurlar. Ellerinize, yüreğinize emeğinize sağlık Çiğdem hocam Hikaye gibi bir yazı çok güzeldi . Sağlıklı, huzurlu, mutlu bir güne sevgilerimle.
SENTEZ!!! Çok güldüm! Süpersin!
Çiğdemcim pandemi hem bizi hem görüşlerimizi değiştirdi.Bu törenlerine abartilmasi na saglik li olmanın önemi oncelik kazandı. Birde bir yerde okumuştum Cafe ler de yüksek fiatlara arkadaşlarla kahve içip simit ayranla öğün gecistiren gençlik geldi. Yazın bana bunu hatirlatti. Sağlıklı günler dilerim.
Çiğdemcim günümüzde ne derler adına yapılan bunca şaşaanın ne kadar gereksiz olduğunu çok güzel yazıya dökmüşsün. Birde bunca masrafa karşın en küçük tartışmada ayrılan çiftlere ne demeli. Kalemine sağlık
Ay gülerek okudum Çiğdem, kendi düğünüm Klüp Reşat Suadiye ‘de olmuştu tek lüksüm o yıllarda çok meşhur olan bir makyoze makyaj yaptırmıştım, varlıklı olmamıza rağmen lüzumsuz masraftan kacinmistik. Video çekimlerini unutmuşsun, evde, çıkarken, kuaförde, dışarda, içerde, ay sıkıldım her yerde kameraman. Görün beni. Yazık günah hele bu zamanda evlensem düğün falan istemem. Kalemine sağlık.
Çiğdem’ciğim, “söyleyecek söz bırakmamışsın yine” desem yeridir, arkadaşım, hedefi her anlamda tam ortasından vurmuşsun, kalemine sağlık! Gerçekten çevreye gösterişi hedef edinmiş, ancak böyle abartılı ortamlara imza atarak mutluluk ve tatmin yaşayan insanlarla dolup taşıyor toplumumuz…Bir de, o “GELİN-DAMAT” ritüellerinin peşpeşe çorba şeklinde olması, hele de kapıdan gelin almalarla harcanan bütün paraların yanı sıra, bir de nümayişle tüm mahalleliyi sabahtan akşama yaşanan gürültüye katlanmak zorunda bırakmaları yok mu, dağlara kaçası geliyor insanın.
Yazının tamamını gülümseyerek okudum. Tümüne katılmakla birlikte kızımın düğününün de bu şekilde kesinlikle yapılmasını istemem de diyemedim:) ancak yüzde yüz katıldığım ve kendimin de yapmadığı ritüel kına gecesi oldu, tam da yukarıda yazılan gerekçeler nedeniyle. Hem en güzel atılan adımlardan biri diyoruz hem de ağlatılmaya çalışıyoruz kaldı ki baba evimden de uzaklaşmak istemedim ki hiç bir zaman zaten. Kalemine sağlık Çiğdem’cim.
Dün okudum, bayıldım! Ne kadar doğru gözlemler ve nefis bir dille yazılmış.
Eline, kalemine sağlık.
Sevgiler,
Çok doğru şeyler yazmışsın yine. Karnını ekmek içine konan patates kızartması ile doyuran ama cebinde son model cep telefonu olanların ülkesinde aslında çok da şaşırtıcı değil bu tespitler.
Eş, dost eğlendirmek için harcadıkları para ile kim bilir kaç ülke gezip görebilirler, kendilerine yatırım yapabilirler ama nerdeeee!
Aaa gelin almada giyilen ve bando eşliğinde gelinin evden çıkarken giydiği before elbiseyi unutmayalım.Artık davul zurna değil böyle bando benzeri Rio karnavalı çalgıcısı kılıklı müzisyenlerin ezgileri eşliğinde yine epey yüklü para dökülmüş beyaz bir elbise ile evden çıkış var.Tabi bununla bitmeyecek mesele.Daha bunun ileride bebek cinsiyet öğrenme partysi sonra baby shower i,Berkecanın dişi çıktı partisi,sonrasında çiş koçu filan var.Evet evet yanlış okumadınız,çiş koçu diye birşey var.Çok merak ediyorum ama araştırmaya üşeniyorum,acaba başka ülkelerde de bunlar var mı?