Arama Sonucu:

Yabancı yayıncıların size sorduğu her on sorudan ikisi, Türkiye’de olup bitenlerle mi ilgili hâlâ? Oryantalizm tutkusu, kendilerinin Türk edebiyatına bakışlarını yönlendirmeye devam ediyor mu?

Salman Rushdie ve Burhan Sönmez ile Frankfurt 2023

Ediyor. Bunu kıramayacağımızı düşünüyorum ama eskisi kadar da çok üzülmüyorum. Unutmamak gerekiyor ki, biz ülke olarak, kendi edebiyatımızı dünyaya okutma konusunda birçok ülkeden çok daha iyiyiz. Az önce bahsettiğimiz TEDA’nın da bunda büyük rolü var. Tabii, satış yapmak için, edebî değerlerin ötesindeki başka bir şeyden, ticaretten bahsediyorum. Ticaret yapabilmeniz için de elinizdekini tanıtmanız gerekiyor. Siz elinizdekini ne kadar iyi ve ne kadar geniş etkili tanıtırsanız onun alıcısı o kadar çok olur. Türkiye, 2008’de başlayan bu tanıtma işinde çok yol aldı ve şimdi karşılığını da görüyor. Ben böyle düşünüyorum. Evet, Türkiye ile ilgili, Türkiye’de olup bitenlerle ilgili sorular oluyor, hep olacak. Ama şöyle bir şey fark ettim: Biz diğer ülkeleri konuşurken de onların politikalarını konuşuyoruz. Edebiyatın özü politika yani, hayatın özü politika. Kullandığımız her kelime bir seçim ve o seçim de politikanın ürünü. Okuduğumuz her kitap, hatta yediğimiz her çikolatanın markası bile politikanın sonucu. Bunu çok iyi bilmek, kızgınlığın ötesinde, bunu kendi çıkarımıza nasıl kullanabileceğimizi keşfetmek gerekiyor. Dediğim gibi, benim o kızgınlık zamanlarım geçti. Şimdi “Bunu nasıl daha iyi yapabilirim?” diye düşündüğüm zamanlarımdayım. Şu an ya da önümüzdeki on yıl boyunca, Rus edebiyatı hakkında konuşurken Rusya’nın politikasından konuşmamak mümkün mü? Ya da İsrail’in edebiyatını konuşurken politikadan bahsetmeden devam edebilir miyiz hiç?

“Savaşmadığımız ve aşk yapmadığımız ülkelerle çeviri alışverişimiz çok zor oluyor,” diyorsunuz. Ama öte yandan, Rusya bu konunun dışında kalıyor sanırım çünkü Ruslarla huzurlu bir ortak tarihimiz yok. Rus yayıncılar Türkiye’yi bugün sadece deniz ve güneşten ibaret sayıyorlar gene de, öyle değil mi?

Evet, evet ama, son iki yıldır Rusya Türkçeden çok kitap almaya başladı çünkü şu anda resmî olarak birçok kitap fuarına katılamıyor. Frankfurt Kitap Fuarı’na katılamıyor Rusya, Bologna Kitap Fuarı’na katılamıyor, resmî stantları olmuyor ve bence bu sorun çözülmeden de bu olacak gibi gözükmüyor. Rusya’dan bazı yayıncılar fuarlara hâlâ geliyor. Evet, durumları bu yıl biraz daha iyi. Geçen yıl böyle değildi, Rusya’dan neredeyse hiç yayıncı yoktu fuarlarda. Galiba onlar bizden çok, ABD ile aşk ve daha çok da savaş yaptılar çünkü Amerikalılardan o kadar çok okuyorlar ki, bize sıra gelmiyor. Evet, kesinlikle böyle! Şu an Rusya, Amerikan ve Alman kitaplarıyla çok yoğun şekilde çevrili olan ülkelerden biri. Türkiye’den çok az kitap alıyorlardı ama dediğim gibi, bu durum yavaş yavaş değişmeye başladı. Yine politika tabii. Bu arada, biz de Rusçadan o kadar çok çeviri yapmıyoruz. Sizin iyi bir okur olduğunuzun çok farkındayım ama bana “yaşayan” bir Rus yazar ismi söyleyebilir misiniz?

Şu an aklıma gelenlerin hepsi, ölmüş Rus yazarlar.

Gördünüz mü? Ruslarla kum ve güneş şeklinde devam ediyor ilişkimiz. Bu da güzel, tamam. Onlar da öyle devam etsinler. Savaşmadığımız ve aşk yapmadığımız ülkelerle çeviri alışverişimiz çok zor oluyor, evet. Ama bu sözüm birçok ülke için geçerli. Bunun denklemini nasıl kuruyorum peki? Savaş varsa eğer, o ülkeyle ortak bir tarihimiz mutlaka olmuştur ve dolayısıyla, üniversitelerimizde o dili öğreten bölümlerimiz mutlaka oluşmuştur. Örneğin, Yunan Dili ve Edebiyatı bölümü… Yunanca öğrenenler hâlâ var. Bu dili öğrenmekle alakalı evlilikler oluşuyor. Evliliklerle çift dilli çocuklar doğuyor ve o çocuklar da büyüyünce olası çevirmenler ya da o ülkeyi tanıtan insanlar oluyor. Bu da ülke tanıtımına olduğu gibi, edebiyat tanıtımına da çok fayda sağlayan bir durum. “Evet, savaşalım!” dermişim. Hayır, hayır! Sadece aşk yapmaya devam edelim biz.

Frankfurt Kitap Fuarı – 2022

 

DAĞITIM SEKTÖRÜMÜZÜN KÖTÜLÜĞÜNDEN DOLAYI KİTAP FUARLARININ HÂLÂ VAR OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM

 

2022’deki Frankfurt Kitap Fuarı’nda konuk ülke İspanya’ydı. İtalya da, yetmiş altı yayıneviyle bu fuara katılmıştı. Ayrıca, kitap fuarları için profesyonel stant tasarımcıları çalışıyor sanırım çünkü bazı ülkelerin stantları olağanüstüydü! Norveç, örneğin, doğasını, doğaya verdiği önemi öne çıkarmak için malzemede baskın şekilde ahşabı kullanmıştı. Portekiz’in stantında Saramago’dan yapılmış bir alıntı vardı, gene kocaman bir Saramago fotoğrafının üstünde. Portekiz’in evinde, Saramago karşılıyordu herkesi yani. O stantlara hayran kalmıştım. Fakat kendi yayınevlerimizin stantlarını göremedim orada. Bizden sadece Kültür Bakanlığı ve Yayıncılar Birliği oradaydı. Ama üzülerek şunu da söyleyeyim, onların stantları da hiç dikkat çekici değildi. Tercih edilen o koyu renkler, o floresan ışık… Avrupalı yayınevlerinin, üstünde epey düşünülmüş, cıvıl cıvıl stantlarıyla karşılaştırıldığında bizimkiler yanlarında oldukça sönük kalıyordu.

Gene ticaret işte! Eğer kazanmazsanız para harcamazsınız. Türkiye’deki yayıncılar, telif gelirinden para kazanmanın mümkün olduğunun henüz çok bilincinde değiller ya da daha doğrusu, bunun bilincindeler ama yayıncılık sektöründe çok küçük bütçelerle dönen şirketlerimiz var ve oradaki o stant tasarımına yatıracakları parayı çıkartabilmek için hesap yapıyorlar: “On bin avro koyarsam, en azından on binlik kitap satmam, o kadar para kazanmam gerekir.” Böyle düşünüyorlar. Şirketler bunu kazanmadığında da sadece ülke tanıtımı için kitap fuarlarında bu kadar parayı harcamıyorlar. Bunun karşılığında da, ülke olarak görünürlüğümüz bu kadar oluyor. Bundan sonraki süreçte, yayıncılar telif satışından daha fazla para kazanabileceklerini fark ettiklerinde onlar da kendi sunumlarını, kendi hazırlıklarını ona göre yapacaklar bence. Bu bir süreç yani. Sohbetimizin başında da konuştuğumuz gibi, yirmi yıl öncesinde telif hakları departmanları bile yoktu yayıncılık sektörümüzde. Şimdi artık var ve oralarda meslektaşlarım çalışıyor. Ondan fazla yayıncının telif hakları birimi oluştu. Hatta bazılarında ikişer üçer kişi çalışıyorlar. Onların kazandırdıkları telif gelirleriyle karar vericiler, o şirketin ekonomik durumuna karar verenler “Biz böyle bir stant yaparsak daha fazla kitap satarız. Bu da bize hem gelir kazandırır hem de gurur,” deyip ona göre yatırım yapacaklardır. Umarım yakın zamanda gerçekleşir bu.

 

Publishing Perspectives ve The Bookseller gibi profesyonel dergiler de var. Siz onları da Kalem Ajans olarak çok sıkı takip ediyorsunuz. Böyle dergiler duruyorken yayıncıların Frankfurt gibi uluslararası kitap fuarlarına gitmesine gerçekten gerek var mı? Bu dergiler, kitaptan para kazanmak için yeterli değil mi?

Frankfurt Kitap Fuarı – 2023

Şöyle düşünün: Evlenebilirsiniz. Nikâh dairesinde de evlenebilirsiniz. Resmî bir işlem yapmadan, partnerinizle kendi aranızda da evlenebilirsiniz. Büyük bir tören yapıp bütün akrabalarınızla da evlenebilirsiniz. Bütün evlenme çeşitleri farklıdır yani. Ben, mesela, büyük düğünleri seviyorum. Büyük ve herkesin neşeli olduğu düğünler… Şaka bir yana, bu aslında sizin nasıl iş yaptığınızla alakalı. Evet, gitmeden de, gerçekten bir kitap fuarı görmeden de yayıncılık yapabilirsiniz. O masrafı yapmanıza hiç gerek yok. Ama bir de o mutluluğu yaşamak var. O insanlarla bütün yıl boyunca yazışıyorsunuz. Onlarla oturup bir kahve içmeyi, yüz yüze sohbet etmeyi seviyorsanız eğer, gidiyorsunuz o kitap fuarlarına. Ama bunlardan sıkıldığınız durumlarda da artık gitmek istemiyorsunuz. Yirmi yıl önce birçok meslektaşım ve yayıncılık profesyoneli gidiyordu bu fuarlara ama artık gitmiyorlar çünkü ya sıkıldılar oralara gitmekten ya da bu masrafı yapmak istemiyorlar. Uçak ücreti için beş yüz avro diyelim, otel de hadi olsun bin avro, beş yüz avro da harcamalarınız için, vizeyle filan kişi başı iki bin avroluk bir masraf çıkıyor. Biz, Kalem Ajans olarak, en az beş kişi gitmişiz. Son yıllarda altı kişi gittiğimiz zamanlar da var. Bu iyi bir para, yani bayağı iyi bir para. Yayınevleri stantla katılacaksa o stantta en az iki kişinin olması gerekiyor. Bir de stant tasarımı eklenecek buna. Bu arada, Kalem Ajans için de bir masa satın almamız gerekiyor. Ajans masaları galiba bin beş yüz avro şu anda. Sonuç olarak, bir ajansın Frankfurt Kitap Fuarı’na katılması üç bin beş yüz avroluk bir masraf. Üç bin beş yüz avroyu kaç kitap satarak kazanacağınızı planlamanız gerekiyor. Bu rakam, herhangi bir grup tarafından desteklenmediğiniz veya bir şirket sponsorluğu altında gitmediğiniz durumlar için geçerli tabii.

 

Ülkemizdeki kitap fuarları için ne söylemek istersiniz?

Ülkemizdeki fuarlara gitmek için de belirli miktarda para, zaman, enerji ve istek gerekiyor. Başka şeyler de var tabii. Mesela, az önce düğün örneğini konuştuk. Düğünlerden başka, toplandığımız mevlitler de var mesela, sokak yürüyüşleri de var. Siz hangilerine gitmek istiyorsanız onlara gidiyorsunuz. Onlar için heyecanlanıyorsunuz. Ben Türkiye’deki kitap fuarlarına gitmekten çok heyecanlanmıyorum. İnsanlara “Hayır, gitmeyin!” filan demek değil bu. İşime çok faydalı olmaması yüzünden, beni heyecanlandıracak etkinlikleri o kadar çok göremiyorum fuarlarda. Ulaşım çok zor geliyor. Harcadığım zaman ve heyecana karşı aldığım şey arasında büyük bir uçurum oluyor. O yüzden çok gidemiyorum ama Marmara Adası’ndaki edebiyat festivaline gitmekten çok mutlu oluyorum mesela, çünkü kitap için gerçekten heyecanlanan, kitap için Marmara Adası’na gelen insanlar görüyorum orada ve onların arasında olmaktan mutlu oluyorum. Ya da Eskişehir’de bir kitapçıdaki etkinliğe gittiğim zaman mutlu oluyorum. İnsanlar kitap fuarlarına gitmekten ne kadar mutlu oluyor? Bunu bir oturup düşünmeli. Aynı şeyleri görmekten sıkılıyorum belki. Daha farklı şeyler, farklı formatlar olması gerekiyor, değil mi? Televizyonlarımız var ama şu anda dijitalde bütün o farklı şirketlerin kürasyonla bize sundukları filmler için dünya kadar parayı neden harcıyoruz? Bence kitap fuarları da aynı örnekle kendilerini geliştirmeli. Yirmi yıl önceki kitap fuarı ile şu andaki fuar arasındaki herhangi bir fark görmüyorsam eğer, ben sıkılıyorum oraya gitmekten. Ama sıkılmayan insanlar var ki, ne güzel gidiyorlar. Bunu ironiyle söylemiyorum, inanın. Gerçekten sıkılmayan insanların varlığı da sektörümüzü besleyen, sonuçta yayıncıların nakit akışını sağlayan bir sistem. Ama dağıtımcılardaki çekler sekiz ay, on ay, on iki ay vadeli olmasaydı ve yayıncılarımızın sattığı kitapların parası hesaplarına hemen yatmış olsaydı, o yayıncılar kitap fuarlarına bu kadar çok gider miydi acaba? Yani dağıtım sektörümüzün kötülüğünden dolayı kitap fuarlarının hâlâ var olduğunu düşünüyorum ben. Bunun değişmesi gerekiyor.

 

YANİ SOSYAL MEDYADAN BİRİSİNİN, SIRF BENİ TAKİP EDİYOR DİYE, SIRF BENİM HAYRANIM DİYE, KİTABINI OKUMAK GİBİ BİR ZORUNLULUĞUM YOK

 

Nermin Hanım, gelelim bu seneki Nobel Edebiyat Ödülü’ne: Kalem Ajans’ta çalışan bir arkadaşımız Nobel’i kimin alacağını tahmin etmişti, değil mi?

Evet, Betül.

Fosse, eserleri kırktan fazla dile çevrilmiş bir yazar. Uluslararası ödüller de almış kendisi. Edebiyatı severim ama Nobel’den önce duymamıştım ismini. Okumaya düşkün çoğu arkadaşım da duymamış. Bunu neye bağlıyor, nasıl yorumluyorsunuz bu seneki Nobel’i?

Evet, benim de çok beklediğim bir isim değildi ama Betül tahmin etti. Ödülden önce “Nobel adaylarınız kimler?” diye bir anket yapmıştım. İyi ki de yapmışım. Bu yıl için benim de bir tahminim yoktu. Yani “Şu isim kazanır,” dememiştim. Ben bundan da sıkıldım galiba. Tahminlerim, istediğim yazarlar çıkmadı son yıllarda. Bence güzel bir seçimdi Fosse. Bu arada ödülü, Norveç edebiyatının ödüllendirilmesi olarak da görüyorum. Bazı yazarlar bunu kabul etmezler. “Bu benim edebiyatımın onurlandırılması,” derler. Hayır, bence o yazarlar öyle tek başlarına doğmuyor. Çevrelerinde başka ağaçlar oluyor mutlaka, birbirlerini koruyup besleniyorlar, o topraktan besleniyorlar çünkü ortaya çıkardıkları, o dilde yazılmış olan bir edebiyat ürünü. Evet, Fosse, dünya edebiyatından da beslenmiş olabilir tabii ama bence asıl, kendi edebiyatından beslendi. Ben Norveç edebiyatını çok seviyorum. Türkiye’de büyük bir gururla temsil ediyoruz Norveç edebiyatını. Epey yazarımızı da ağırladık İTEF’te. Norveç kendi edebiyatını tanıtmak için inanılmaz güzel çalışan bir ülke. Gerçekten alkışlıyorum bunu. Her seferinde hayranlığımı belirtiyorum onlara. Tüm ülke olarak çalışıyorlar. Ajanları, yayıncıları çok güzel çalışıyor. Fonları var: NORLA. NORLA çok güzel çalışıyor. “Güzel çalışmak” ile kastım şu: Gerçekten ulaşılabilir insanlar ve uzun yıllardan beri o koltukta oturuyorlar ve o koltuktan başka bir koltuğa, politik koltuğa geçmek için orayı basamak olarak kullanmıyorlar. Edebiyatı desteklemek için oradalar. Kitap çevirisi için destek veriyorlar. Çevirmenleri de iyi kazanıyor ve farklı işlerde çalışmak zorunda kalmadan çeviriyle hayatlarını devam ettirebiliyorlar. Sonra, kitap basıldığında fon sağlayarak yazarının farklı ülkelere gönderilmesini sağlıyor Norveç. Mesela, bu yılın başında, ocak ayında Chennai’deydim. Chennai, Hindistan’ın güneydoğu bölgesinde bir eyalet ve orada Tamil dili konuşuluyor. Chennai’de Norveçli yazar da vardı, Fransız yazar da. Bu arada, Fransa da kendi edebiyatını destekleyen ülkelerin başında gelir. Bu nedenle, Fosse kazandığı için çok mutluyum ama benim tahminim değildi kendisi, bunu da özellikle belirtmek isterim. Tahmin edebilseydim keşke. Ama mesela şu an bana “Gelecek yıl için beklentiniz kimdir?” diye sorsanız o da yok bende. Temsil ettiğim bir yazar Nobel’i alana kadar da bu konuyu konuşmayacağım.

Size şunu da söylemek istiyorum; aklıma şimdi geldi: Benim çok sevdiğim bir Alman yayıncı var. Merkezi İsviçre’de olan bir Alman yayınevinin sahibi kendisi ve dünyanın yüz altmış küsur ülkesinden edebiyat yayımlıyor. Çeviri edebiyat ve aynı zamanda Almanca da basıyor. Her yıl şöyle bir şey yapıyor. Kendi listesi var yani Nobel’i alacağını tahmin ettiği, kendi özel yazarlarının listesi. Fuar öncesi, yayınevinin merkezi olan Zürih’te, listesindeki o yazarlar için “Nobel kazandı” diye posterler hazırlıyor ve bunların hepsini getiriyor. Her yıl yapıyor bunu. Listeden biri kazanırsa poster hazır olsun diye! Çok eğleniyorum ve çok hoşuma gidiyor bu. Şahane bir şey, öyle değil mi? O yıl, o yazarların hepsi Nobel’i almış gibi yani…

Edebiyatla loto oynamak gibi bir şey bu! Adam edebiyat lotosu oynuyor resmen!

Ha haaaa!!! Evet, doğru, tam bir loto! Çok hoşuma gidiyor! Acaba bu seneye kadar kaç tanesini tutturdu? Sorayım bir ara.

 

Sosyal medya, yazar için gerçekten şart mı? Yani bir yazar, sosyal medyasını kullanmadan da kendisini iyi tanıtabilir mi?

Yazarın kendisinin kullanması şart değil belki ama sosyal medya yapılması şart. Tanıtım için yani bir pazarlama çalışması için sosyal medya şart. Yazar bunu kendisi yapmazsa yayınevinin ya da bir PR şirketinin yapması gerekiyor ve de mutlaka yapılması, farklı mecralarda ve bu mecralara uygun şekilde yapılması gerekiyor. Sosyal medya kullanmayan yazarlarımız da var ama. Mesela Oya Baydar ve Hakan Günday. Bu iki örneği özellikle veriyorum çünkü yaş ve deneyim olarak da bakışları farklı olan yazarlar ve evet, sosyal medyayı ikisi de kullanmıyor. Keşke kullansalar. Ben isterdim mesela Hakan Günday’ın o gün ne okuduğunu, hayatında neler olduğunu ama kendisi bunu paylaşmayı tercih etmiyor. Bu da o yazarı bizim açımızdan farklı kılıyor. Sosyal medyada, benim hem Nermin olarak hem de edebiyat ajanı Nermin olarak Türkiye’de ve dünyada takip etmeyi çok sevdiğim birçok yazar var. Hoşuma gidiyor çünkü bir şekilde onlarla aynı çağı yaşıyoruz. Onlar ne yapıyor? Ama bazı paylaşımlardan da hoşlanmıyorum tabii. Her önümüze düşeni veya takip ettiğimiz herkesi beğenmiyoruz, bu gayet normal ancak o insanların neler yaptığını bilmemiz gerekiyor. Mesleki olarak da takip ettiğim yazarlar var. Ben sosyal medya kullanmayı seviyorum. Hiç benmerkezci bulmuyorum sosyal medyayı, bir ihtiyaç olarak da görmüyorum fakat eğer canım o anda paylaşım yapmak istiyorsa yapıyorum. Bazen günlerce hiçbir şey yapmadığım, paylaşmadığım da oluyor. İlk yıllarda çok düzenli yapıyormuşum galiba, sonra bundan biraz sıkılmaya başladım. Şunu hatırlıyorum mesela: Birkaç gün hiçbir şey paylaşmayınca “Nermin Hanım, iyi misiniz?” filan diye mesajlar geliyordu. Artık gelmiyor. Arada bir böyle boşluklarımız olabiliyor demek ve insanlar buna alıştı.

Çok yoğun olduğunuzda da hiçbir şey paylaşmıyorsunuz sanırım.

Evet, doğru. Bazen öyle oluyor. Canım istediği zaman, sonra paylaşım yaptığım da oluyor. Öyle her şeyi de paylaşmıyorum. Mesela dün şahane bir gün geçirdim. Arkadaşlarımız gelmişti. Onlarla yağmurda, ağaçların altında, kediyle oynadım ama tek paylaştığım şey, sabah yedide uyandığım ve kitap okuduğumdu. İş için paylaşım yaptığım da çok oluyor. Slovenya’ya gideceğim mesela. Oraya gittiğimde benimle görüşebilecek kimse var mı diye paylaşmak istiyorum. İş için çok faydasını görüyorum sosyal medyanın. Çok da besleniyorum. “Şunu okudunuz mu, Nermin Hanım? Ben şu yazarı keşfettim,” diyenler oluyor. Ama hiç hoşlanmadığım bir şey var. Yeri gelmişken bunu söyleyeyim, gerçekten hoşlanmıyorum. Kötü bir kelime de kullanmak istemiyorum ama bu aynı zamanda beni üzüyor çünkü ben o kişilere öyle yaklaşmıyorum. Biliyorsunuz, Instagram’da, diğer medyalarda olduğu gibi, takibe takip gerekmiyor. Bence güzel bu. Sizi takibe alan kişiyi takip etmeniz gerekmiyor yani. Beni çok rahatsız eden nokta şu: Örneğin, beni yeni keşfetmiş ve edebiyat ajanı olduğumu biliyor. Buraya kadar tamam. Sonra sosyal medya hesabıma bakıyor. Kitap okuyan ve sektörden birisi olduğumu görüyor. “Nermin Hanım, merhaba. Hayranınızım. Ben bir kitap yazdım. Kitabıma çok güveniyorum. Size göndermek istiyorum. Bana adresinizi yazabilir misiniz?” Bu tip mesajlar o kadar çok geliyor ki… Böyle bir şey olamaz! Yani siz benim hayranım olduğunuz için, siz beni takip ettiğiniz için benim de sizin hayranınız olmam gerekmiyor. “Yeni yazar temsili almıyoruz, kitabınızı o yüzden okuyamayacağım maalesef,” diyorum tatlı bir şekilde. “Olsun, o zaman siz kendiniz için okuyun. Eminim, çok beğeneceksiniz ve beni temsil edeceksiniz.” Bu çok saygısızca bir şey değil mi şimdi? “Artık benim yapabileceklerim bu kadar. Başka yazar istemiyorum,” diyorum ve kendisi, bu mesajı okuduğu hâlde, “Hayır, ben okumanızı istiyorum,” diyor. Bunu çok ciddi bir şiddet olarak görüyorum. Sosyal medya şiddeti bu. Karşısındaki insanın ne düşüneceğini düşünmeden, benden bir de adresimi istiyor! Çok saygısız ve şiddet içeren mesajlar bunlar.

O kitapları okuyacak vaktiniz var mı ayrıca?

Dün sabah uyandığımda okuduğum kitabı okumam gerekmiyordu. Klasik İngiliz edebiyatından bir kitap okuyorum. Bana getirecek hiçbir telif geliri yok, hiçbir şey yok, yani onu okumam filan gerekmiyor. Kitap bir şekilde elime gelmiş ve canım istiyor, okuyorum. Ben kendim için de kitaplar okuyorum. Para kazanma amacı gütmeden de kitaplar okuyabildiğime şükrediyorum ama bunun seçimini de benim yapmam gerekiyor. Yani sosyal medyadan birisinin, sırf beni takip ediyor diye, sırf benim hayranım diye, kitabını okumak gibi bir zorunluluğum yok. Bu arada, genellikle ilk mesajlar oluyor bunlar yani beni yeni takip etmeye başlamış oluyorlar. O da başka bir dava. Arkadaşım değilsin ve ben seninle bir hayat paylaşmamışım. Daha öncesinde bir kahve bile içmemişim. Hiçbir ortak noktamız yok. Ortak kitaplar bile okumadık belki. Bir edebiyat akrabalığımız bile yok ama yazdığı kitabı okumam gerektiğini düşünüyor. Evet, bu benim sosyal medyadaki en büyük sıkıntım aslında.

Haklısınız, zor…

 

Peki, bir başka konuya geçelim: Türkiye’deki akademi çevresi ile ilişkileriniz nasıl?

Üniversitelerin dil bilimi bölümleriyle hâlâ çok sıkı ilişkilerimiz var çünkü oradaki hocalardan çevirmen olan da çok. O bölümlerin mezunlarından, yayıncılık sektörüne girenler oluyor. Sektör bu vesileyle besleniyor ama akademi ile çok sıkı ilişkilerim olduğunu söyleyemem. Keşke olsa aslında. İyi hatırlattınız, ben bu konuya eğileyim biraz.

(Röportajın üçüncü ve son bölümü iki hafta sonra paylaşılacaktır.)

2 Yorum

  1. Rauf Hoşkal

    Değerli Çiğdem hanım Nermin hanım la sohbet iniz gerçekten beni gençlik le olgunluk arasında bambaşka bir hayal aleminde mutlu etti . Aşk Sevgi Kulturle birleşen kaliteli yorumlar müthiş keyif verici ifadeler büyük enerji depoladi . Size teşekkürlerimi sunar güzel yarumlarinizda görüşmek umuduyla selam Sevgi saygılarımı sunarım.
    Dr. Rauf Hoşkal

  2. şafak bulutoğlu

    Harika , okuması çok keyifli, samimi ve bilgilendirici bir sohbet. Çok çok teşekkürler

Bir yorum Yaz