Yüzme bilmeden daha, deniz görmeden
Hiç güneşte yanmadan
Şimdi ölmek istemem bir kalbi sarmadan
Aşkı tatmadan daha, onla sarhoş olmadan
Hiç sevişmeden daha
Şimdi ölmek istemem, daha hiç gülmeden
Çoban yıldızı
Sen benle kal, la, la-la-la
Çoban yıldızı
Hep benle kal, la, la-la-la
Zamanın varsa*
Radyoda gene o çok sevdiğim şarkı çalarken aklım Mahsa’ya, gözlerim ise yıllar evvel Brüksel’de, yaşlı bir sokak satıcısını kıramadığım için kendisinden satın aldığım, kitaplığımdan bana bakmakta olan, “İkarus’un Düşüşü Sırasında Bir Manzara” isimli resme kayıyor. 21. yüzyıldan bir şarkı ile 16. yüzyıla ait bir resim, tüm zaman ve mekân kurallarını hiçe sayarak Mahsa Amini’nin benliğinde ve çalışma odamın orta yerinde tek vücut oluyor. Şarkıcı Teoman ve ressam Pieter Brueghel, aklımın orta yerinde Mahsa Amini üzerinden benimle sohbet ediyor.
∞
İran’da 13 Eylül Salı günü, başörtüsü kurallarına uymadığı gerekçesiyle gözaltına alınan yirmi iki yaşındaki Mahsa Amini, polis dayağıyla öldürüldü. Polis, dayak iddialarını yalanladı.
“Akşama ne yemek yapsam acaba? Buzdolabında biraz mercimek çorbası var gerçi. Yanına da fırında makarna yaptım mı, tamamdır.”
İranlı kadınlar, Mahsa Amini’nin öldürülmesini protesto etmek için saç kesme eylemi başlattı.
“Sabah katılacağım seminerden sonra, oğlanın okulundaki veli toplantısına yetişebilir miyim? Arabayla değil de, Marmaray’la karşıya geçersem vaktinde orada olabilirim sanırım. Evet, evet, ben en iyisi Marmaray’ı tercih edeyim yarın.”
Mahsa Amini’nin öldürülmesini protesto etmek için İran’da başlatılan saç kesme eylemine Türkiye’den de destek geldi.
“Şu bulaşık makinası için yetkili servisi bugün aramayı unutmasam bari!”
Amini’nin İran’daki hemcinsleri, “kadın bedenine” yönelik şiddet karşıtı gösterilere başladı. Sari kentinde kadınlar, yaktıkları büyük bir ateşe başörtülerini atarak ve dans ederek direnişe destek verdi.
“Tamam, tatlım, bu hafta bir kahve içelim artık. Çok ihmal ettik birbirimizi, haklısın. Yarın arayayım mı ben seni?”
İran’daki gelişmeler, başörtüsü protestolarının da ötesine geçti. Başkent Tahran’da kadınlı erkekli binlerce gösterici “Hamaney’e ölüm!” sloganlarıyla yürüyüp rejimi hedef aldıklarını tüm dünyaya ilan ettiler. Polis araçlarının yakıldığı Meşhed kentinde de göstericiler “İslami yönetim istemiyoruz!” sloganları attılar.
“Derhal spora başlamalıyım çünkü başka türlü kilomu kontrol edemeyeceğim gibi gözüküyor artık.”
İran dinî lideri Hamaney, Mahsa Amini’nin ailesine başsağlığı dileyip konunun takipçisi olacağına dair söz verdi.
“Bu saç rengi yakışmış sana, canım. Koyu kestane tam senin rengin valla!”
∞
Yunan Mitolojisi’ne göre, Atinalı mimar ve mucit Daidalus ile oğlu İkarus, Kral Minos tarafından cezalandırılıp bir labirente kapatılınca baba – oğul çareyi, bal mumundan yapılmış kanatlarla uçarak kaçmakta bulur. Buna teşebbüs etmeden önce, Daidalus oğluna bazı öğütler verir çünkü henüz çok toydur İkarus, gençtir, kanı delice akmaktadır ve cesurdur ama tecrübesizliğinden kaynaklanan, akıl fukarası bir cesarettir onunkisi. Daidalus endişelidir her ebeveyn gibi çünkü kendisi de bir zamanlar oğlunun şu anda yürüdüğü yollarda yürümüş ve o deli dolu gençlik yıllarında acı çekerek, zarar görerek, tehlikelere savrularak bilgelik mertebesine nihayet ulaşmıştır. Şimdi istiyordur ki, tecrübeleri boşa gitmesin ve oğlu kendisi kadar bedel ödemesin: “Uçarken esas hedefin zevk almak olmasın, evladım. Yaptığın işe tam odaklan. Uçmanın sana vereceği coşkuyla kendini kaybedip Güneş’e yaklaşma ama aynı zamanda kanatlarının nemlenmemesi için denize yakın da uçma.” Fakat Daidalus’un korktuğu başına gelir ve İkarus uçabilme sarhoşluğu ile babasını dinlemez, Güneş’e çok yaklaşır, bal mumundan yapılmış kanatları erir ve Ege Denizi’nin derinliklerine düşüp hayatını kaybeder ancak bu son, kendisi için ne kadar büyükse insanlık için o kadar küçüktür. Hayat; İkarus öldükten sonra da, aynen eskiden olduğu gibi devam eder: Brueghel’in de resmettiği gibi, çoban sürüsünü güder, çiftçi tarlasını sürer ve balıkçı deniz kıyısında umutla bekler… Güneş, İkarus’ların bal mumundan yapılmış kanatlarını asırlar boyunca eritmeye devam edecek ve çobanlar sürülerini güdecek, çiftçiler tarlalarını sürecek, balıkçılar deniz kıyılarında umutla bekleyecektir… Zira umut önemlidir. İkarus’lar bal mumu kanatlarla yükselmekten ve Güneş alev alev yanmaktan vazgeçmeyecek olsa da, önemlidir umut etmek.
∞
Yüzme bilmeden daha, deniz görmeden
Hiç güneşte yanmadan
Şimdi ölmek istemem bir kalbi sarmadan
Aşkı tatmadan daha, onla sarhoş olmadan
Hiç sevişmeden daha
Şimdi ölmek istemem, daha hiç gülmeden
Çoban yıldızı
Sen benle kal, la, la-la-la
Çoban yıldızı
Hep benle kal, la, la-la-la
Zamanın varsa
“Yarın giyeceğim elbiseye nasıl bir ayakkabı – çanta kombini yapsam acaba?”
* “Çoban Yıldızı” – Söz: Teoman – Müzik: Calogero Maurici
27 Eylül 2022 Salı
1974, Ankara doğumluyum. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden 1997 yılında, İstanbul Üniversitesi İspanyol Dili ve Edebiyatı bölümünden ise 2018’de mezun oldum. Yüksek lisansımı Eğitim Yönetimi ve Denetimi alanında yaptım. İngiltere, İspanya ve Arjantin’deki çeşitli dil okullarında eğitim aldım. 2017 yılında Cambridge Üniversitesi’ne giderek İngiliz edebiyatının farklı dönemleriyle ilgili derslere katıldım. Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından düzenlenen editörlük, düzeltmenlik ve lektörlük programlarını tamamladım. 2001’den beri öğretim görevlisi olduğum Marmara Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulundaki görevimi sürdürmekteyim. Ayrıca, üç Javier Cercas romanına ve Mary Renault tarafından kaleme alınan “Büyük İskender Üçlemesi”ne emek vermiş bir çeviri editörüyüm. Kurucusu olduğum Kitap Kurtları Kulübü ile ilgilenmeyi ve gerek kendi edebiyatımızdan gerekse dünya edebiyatından isimlerle yaptığım röportajları, yazdığım denemeleri blogumda paylaşmayı seviyorum.
Kendimle ilgili, öz geçmişimde yer alan nesnel bilgiler bunlar. “Ben kimim?” sorusuna vereceğim öznel cevaplarım ne derece doğru olur, taşıdığım etiketlerin kaçını burada bir çırpıda sıralayabilirim, bilmiyorum. Dolayısıyla sadece şunu ekleyip konuyu kapatmayı yeğliyorum: Okumayı, yazmayı, araştırmayı, öğrenmeyi, sorgulamayı, seyahat etmeyi seviyorum ve bazı insanlara rağmen hâlâ “insan” kalmaya çabalıyorum.
27 Yorum
Okurken insanın içine işleyen bir anlatım müzikle birleşince de ruhun derinliklerine yayılan bir birleşim olmuş sanki. Çok güzel…
Herkes işinde gücündeydi
Yok olmuş damlar ki unuttum (…)
Çift sürüyordu bir köylü iki büklüm
Kalkmak üzereydi ak bir gemi limandan
Denize düşeni kimse görmedi.
Herkes işinde gücündeydi
Ve acı çekmeği unuttum.
(…)
Ölmeden bütün sabahlarımı unuttum
Denize düşeni kimse görmedi.
Gökten indiğimi kimse görmedi.
Ak bir gemi kalkıyordu limandan
Görmediklerini unuttum.
Bölünmemişti tarihsiz gün
Varlığın kanatsız adı yalnızlık
Sudan dışarda kalmış ayaktı yalnızlık. (…)
Herkes işinde gücündeydi
Olanı biteni unuttum.
Yaşadığıma inanılmaz benim
Masal kahramanı gibiyim
Kimse görmeden yittim gittim
İkaros’un Ölümü / Melih Cevdet Anday 2016
Pieter Brueghel tablosunda günlük rutinlerinde hayatlarını devam ettiren toplum göze sokulurken , İkarus’un ölümü fark edilmez bile!
” Varlığın kanatsız adı yalnızlık
Sudan dışarda kalmış ayaktı yalnızlık.”
ve Çoban yıldızı ; çobanlar yönlerini bilsin diye sabah ve akşam olmadan gökyüzünün en parlak yıldızı olmaya devam ediyor , Mahsa Amini.
Birkaç kez okumadan duramadim.O kadar güzel anlatmissin ki paylaşmadan edemeyecegim.Mahsa çok genç yaşta hayatını zalimce kaybetti.Umud ederim ki simge olacak yıllarca yaşayacak. Resim ve müzik çok yakışmış..Sağol Osamo, bize seni tanıttığın icın….
Okurken duygu seline kapılıyor insan harika bir anlatım ve üslup var. Tüm kadınlar tek yürek Masha için. Şunu unutmayalım dünyanın dört bir yanında kilitli Mashal’ar var. Sesini duyuramayan kadınların sesi olmuş bu yazı kalemine sağlık Çiğdemciğim.
Okumadım da sanki seyrettim.
İçime aktı yudum yudum satırlar.
Hayat devam ediyor ama heryerde bambaşka hissedişlerle…
Nefis yazmışsın hep yaz Çiğdemcim❤️
Yıllar önce İran’lı bir kadının Türkiye üzerinden kaçıp ‘ya gidişi ve bir Amerikalıyla olan evlilik hikayesini anlatan, çok sürükleyici bir kitap okumuştum şimdi adını hatırlamadığım, çok etkilenmiştim…
İran , hem toplumsal yapı tezatlığını yoğun yaşayan, hem de çok derin tarihi geçmiş ve kültüre sahip bir ülke. Ama kadına yapılan baskıların ve cezaların da en çok olduğu şüphesiz.
Maalesef iç isyan- çatışma- yönetimsel değişikliğe gebe bir ülke.
Olan kadınlara oluyor en çok da…
Artık bu yüzyıla yakışmayan yaptırımları geride bırakır bu düşüncedeki Türkiye dahil ülkeler…
Umut her zaman var…
Güzel ama hazin bir konuya parmak bakmışsın bu yazında. İyi de yapmışsın sağlam kaleminle. Yüreğine sağlık…
Hiçbir şey boşuna değildi esasında.
Mahsa ölüme gitmeyi seçti. İran da dini baskıların kalkmasına bir zemin hazırlamak için. Belkide balmumundan kanat yapılmaması gerekiyordu…vs deyip asıl anlatmak istediğinin bu olmadığını anlamama rağmen yine de bunları söylemek isteyişim… Kalemine gönlüne sağlık. Harika duygu dolu bir yazı olmuş.
Çiğdem’cim, gönlüne ve kalemine sağlık. Evet, hayat hep devam ediyor. Birileri hayatıyla sınanırken birileri de kilosundan saç rengine, akşam yemeğinden bozulan makinaya kadar “hayat gailesi” ile uğraşmaya devam ediyor.
Dileğimiz kişiler ve tüm toplum umudunu hiç kaybetmesin, kaybedenlerin geri kazanacağı şartlar tekrar hızla oluşsun. Umutla güzel ve aydıncık günlere.
Çiğdem’cim, kalemine ve yorumuna sağlık canım. Günlük karmaşamızda nasıl da bazı can alıcı noktaları kaçırıyoruz. Sanki bir hayalet gibi…teşekkür ediyorum ışık tuttuğun için
As long as there is hope, we live. Beautiful depiction of how we still live amidst the madness of this world still waking up to do our day. I love the Teoman song, not because he is one of my favorite singers but how the piece fits the sentiment and amplifies the tone of your perspective. I wanted to share a quote that I think is fitting. “I am not free while any woman is unfree, even when her shackles are very different from my own” (Audre Lorde, 2007).
Sevgili Çiğdem, yine çok gerçek, yine çok vurucu bir yazı almışsın kaleme. Okurken yüreğimin içinde hissettim acıyı. Umarım Mahsa’nın yaktığı ateş hiç sönmez…
Çiğdem eline sağlık. İnanılmaz empati kurmuşsun. Benzetmelerin çok güzel uyum göstermiş konuya. İnsanlık bir şekilde yaşıyor, acılar, mutsuzluk ve mutlulukla. İran umarım bir mucize olur ve bu baskıdan kurtulur. Üç defa gittiğim, belgesel çektiğim, tarihi ve medeniyetiyle büyük ve çarpıcı bir ülke İran. Ama üzülmüştüm ilk gittiğimde. Özgürlüklerin kısıtlandığı birçok ülkede olduğu gibi. Umuda yolculuk yaparken umarım İran kadınları başarır…Belki yarın…
Umut oldukça yaşam var…
Ah Çiğdemm bu nasıl bir anlatım, nasıl da vurguladığın anlam, insanı teğet geçerken bu kadar yaralıyor…
Yazını okurken yüreğimin acıdığını hissettim. Aslında bu acıma artarak devam ediyor ve ben dinip dinemeyeceğini kestiremiyorum. Çünkü Mahsalar hiç bitmiyor ve bitmeyecek.
Konu ve yaklaşımınız, kaleme alışınız, harika. Her zaman ki gibi, kısa ve öz olarak, anlatmanız çok güzel. Yeni yazılarınızı sabırsızlıkla bekliyorum. Selâm ve saygılarımla.
Kalemine sağlık, (doğayı, hakları hiçe sayarak güçlenen baskı karşısında duramamak çok acı, zor zamanlar gerçekten ve çok güzel yansıttığın günlük koşuşturmada sessiz kaldıkça sıradayız)
Iran çok kadim bir topluma sahip. Batının kurcalamaları ile şimdi ulu tarihinin en kötü günlerini yaşıyor ancak kadınlar orayı da değiltirecek biliyorum hayatları pahasına olsa da. Mitolojiden bilmediğim bir konuyu da öğrendim sayende. Çok etkili bir yazı olmuş yine. Kutlarım…
Çok etkileyici ve sarsıcı bir yazı…Hayat bir yandan yaşanan kayıplara aldırmazcasına akıp geçiyor; öte yandan yıllardır baskı altında olan bir toplumda, genç bir insanın polis şiddetiyle ölümü iktidarı kökünden sarsıyor…ve senin duyarlı üslubunda çok sevdiğim bir şarkı eşliğinde dile geliyor…çok beğenerek okudum…
Yüreğine, kalemine sağlık…
İran çok ilginç bir ülke ve Persler/Farisiler/İranlılar binlerce yıldan süzülüp gelmiş derin bir bilgeliği saklıyorlar içlerinde. Büyük İskender, Cengiz Han ve diğerleri… İran’ın içinden geçmişler, ama hiçbiri İran’ı tam anlamıyla işgal edememiş. Batının ve uzak Batının yüz yıldır karıştırdığı İran kah modernite peşine takılmış, kah Şii İslamın. Ama dünyaya Şiraz şarabını vermiş olan bu insanlar o nefis şarabı içmekten vazgeçmemişler.
Bazan Türkiyedeki kadınlarla kıyaslamaya kalkıyorum İranlı kadınları, ancak elmalarla armutları toplamak gibi oluyor. Bir tarafta başını örtmek için uğraşanlar, öte yanda başını açmak için ölümü göze alanlar. Bir tarafta göçebelikten yerleşik düzene birkaç yüzyıl (oldu mu o kadar) önce geçen bir halk, öte yanda binlerce yıldır aynı topraklarda yaşayanlar. Galiba İranlı kadınlardaki bilgelik ve cesaret Türk kadınlarında pek yok. Bir zamanlar Türkiye Orta-Doğu halklarına örnek olmuştu. Belki sıra İran’da şimdi.
Bu arada, İran nüfusunun yüzde kırkı da Türk soyundan; Azeri Türk!
Mahsa’nın yaktığı meşale umarım hiç sönmez.
Kübra hanım
Bu yazınız kurgu olarak diğerlerinden çok farklı.Müzik sanki daha çok anlam yüklemiş.
Kaleminize ruhunuza sağlık. Çok güzel bir çalışma olmuş.
Her yazında olduğu gibi yine çok güzel anlatmışsın.yüreğine,kalemine sağlık..
Artık kitap lütfen
Yazınızı yine çok beğendim
Yine çok güzel bir yazı okudum. Yüreğinize, kaleminize sağlık. Yazınızı hem ağladım hem okudum.
Dünyanın kuruluşundan bu günümüze kadar yapılan haksızlıklar ve yaşanan çaresizlikler bu günde devam ediyor. Umut yaşantımızda daima var olacak o yaşantımızda olmazsa olmazlardan.Çünkü hepimizin bir beklentisi var,umutla yaşıyoruz.
Mutu akşamlar dilerim selam ve sevgilerimle.
Her zaman olduğu gibi çok güzel bir yazı döşenmişsiniz.
Kaleminize sağlık.
Zevkle okudum.
Güzel yazılarınızın devamını beklerim
Sevgimle.
Çiğdemcim yüreğine ve kalemine sağlık. Ateşin düştüğü yerde yaktığını çok derinden hissettirmişsin…
Bu günlerde Erich Fromm’a yoğunlaştım. İnsanlar kandırılabildiği gibi kendilerini kandırma meyili de eş değerde mevcut olup, rahatını, hünlük huzurunu korumak için kullanırlarmış… kendini kandırma başlığı altında, görmezlikten gelmek, yokmuş gibi düşünmek te var….
Herşeye rağmen hayat devam etti, ediyor, edecek.
Sevgili Çiğdem, seni tanımadan sadece yazını okuyarak da nasıl yürekli bir kadın olduğunu gözümün önüne getirebilirdim. Ama iyi ki yine de sen hayatıma girmişsin. Seni bana tanıştıran arkadaşım Emel’e çok teşekkür ediyorum buradan. Gözlerimden yaşlar akarken umudu hissetmek ne acayip bir duygu anlatamam sana. Bunu anlaman için bu yazının okuru olman gerekirdi. Üzgünüm, o şans bize ait. Umuda yolculuk ederken umarım daha az gözyaşı dökeriz.